Okul günlerimiz, gençlik yıllarındaki anılarımız ...

Merhaba, yazılarımı paylaşabilirsiniz, sonuçta paylaşmak için yazıldılar... Ancak lütfen emeğe saygı gösterin, isimsiz kullanılmalarına müsade etmeyin.

İlginize teşekkür ederim.


Ata topraklarını ziyaret - Ekim 2011

BAŞLARKEN


Kurtuluş savaşı sonrasında Türkiye Cumhuriyeti doğdu. Osmanlı'nın sınırları yeniden çizildi. Türklerin bir bölümü Yunan topraklarında, Yunanlıların bir bölümü Türk topraklarında kaldı. 30 Ocak 1923'te Lozan Antlaşması'nın mübadele maddeleri imzalandı. Lozan Antlaşmasının tamamı Temmuz 1923'te devreye girdi. Yunanistan'daki Türkler Türkiye'nin çeşitli bölgelerine, Türkiye'deki Yunanlılar da Yunanistan'a yerleştirildi.

Mübadele sonrasında, mallar, bulundukları yerde bırakıldı. Değerleri "altın para" olarak yazıldı. 1930 yılında bir antlaşma imzalandı. Mal takası mahsuplaşması yapıldı. İhtilaflar çözümlendi. Yunanlılar borçlu çıktı. İtiraz etmeyenlerin hakkı yandı. Şu an elinde Yunanistan tapusu olanların, tapularının yalnız manevi değerleri var. Bu, yalnız mübadiller için geçerli. 1912 öncesi, 1945 sonrası ve 12 adadan gelenler için bu anlaşma geçerli değil.

Herkes, nerede olursa olsun, kendi bayrağı altında doğuyor; o kültürü benimsiyor.

Biz de, "cedlerimizin", babalarımızın, dedelerimizin, halalarımızın, babaannelerimizin, ... izini sürmek üzere "Lozan Mübadilleri Vakfı"nın çatısı altında toplanıyoruz. Kuzey Yuınanistan'da "Mübadil gezisi"ne çıkıyoruz. Amacımız, atalarımızın yaşadıkları toprakları, köyleri görmek; varsa akrabalarla tanışmak; oradan birkaç avuç toprak getirerek, buradaki mezarlarının üzerine serpmek! Gezi programı, katılanların köyleri doğrultusunda yapıldı. Herkesin köyüne uğrayacağız; tanıdıkları ve anıları arayacağız. Aramızda Karacaova, Kavala, Serez, Petriç, İskeçe, Selanik, Kılkışlı, Güney Makedonya, Selanik aşağı ve yukarı Kayalar, Kastoria, ... bölgelerinden kişiler var.

Otobüste toplam 43 kişiyiz. İkinci, üçüncü, hatta dördüncü kuşak mübadiller var. Dört günde toplam 2.250 km yol yapacağımızı düşünüyoruz.

Şurası bir gerçek ki, ne kadar mübadil varsa, acı ve duygu yüklü o kadar yaşanmış gerçek öykü var. Anlatımımızda, bu öykülerden bir kaçını sizlere aktaracağız. Mübadele, sosyoloji uzmanlarının mutlaka ayrıntılarıyla incelemesi gereken bir olay.

Hepimiz, hayatı yaşananır kılan şeyin, insanlarla ve doğa ile kurduğumuz bağlar olduğuna inanıyoruz.

Lozan Müdaliller Vakfı Genel Sekreteri Sefer Güvenç organizatörlüğümüzü ve rehberliğimizi, Lütfü Kuzucu tercümanlığımızı; Beytullah ve Abdullah beyler kaptanlığımızı yapıyor.

12 Ekim 2011 çarşamba gecesi, saatler 24.00'e yaklaşırken, İstanbul'dan ayrılıyoruz; heyecan ve duygu dolu yolculuğumuza başlıyoruz.

BİRİNCİ GÜN

YUNANİSTAN


Yunanistan'ın nüfusu 11 milyon. Nüfusunun % 50'si Atina ve Selanik'te yaşıyor. Atina 4,5 milyon; Selanik 1,5 milyon. Yunanistan'da 50 vilayet var. Vilayetlerin nüfusları 50 - 60.000 arası. Eskiden her vilayette vali vardı. Valiler, seçimle başa geliyordu. Son yıllarda reform yapıldı. Bölge valilikleri kuruldu. Birçok valilik iptal oldu. Buna "İyi yönetişim sistemi" dediler. Amaç tasarruf yapılması, bürokrasinin azaltılması.

Batı Trakya, 1912'de Bulgaristan'ın eline geçti. 1913'de, Bükreş Antlaşması'yla Bulgaristan'a bırakıldı. 1914'te Birinci Dünya Savaşı başladı. Birinci Dünya Savaşında Batı Trakya Cumhuriyeti kuruldu. Bu cumhuriyet 56 gün yaşadı. Sonra lağvoldu. 1920'de Sevr Antlaşması'yla, Batı Trakya Bulgaristan'ın elinden alındı. Yunanistan'a verildi. Lozan Barış Antlaşmasında Meriç nehri sınır kabul edildi. Yunan hükümeti halkı göçe zorladı. Türkler, sınır boylarından uzaklaştırıldı.

GÜMÜLCİNE


Sabah 06.00 gibi İpsala ve Kipi sınır kapılarından geçiyoruz. Yaklaşık 1 saatlik bir yolculuktan sonra, Gümülcine'ye varıyoruz. Sabah kahvaltımızı Gümülcine'de (Komotini'de) yapıyoruz. Türkler, yoğun olarak Gümülcine'de bulunuyor. Saatler henüz çok erken. Dükkanlar kapalı. Sokak lambaları bile yanıyor. Sabah kahvaltısı olarak, birer parça börek alıyoruz. Çukurkahve'de çay eşliğinde karnımızı doyuruyoruz. Bundan sonra, artık, demleme çay bulamayacağız. Yaya olarak kısa bir gezi yapıyoruz. Eski çarşıyı, yeni ve eski camiyi, saat kulesini görüyoruz.

İSKEÇE


Yocularımızdan birinin annesi İskeçe'li. Gümülcine'den ayrılıp, İskeçe'ye (Xanthi'ye) geliyoruz. Meydanda otobüsten inip, yaya olarak kısa bir şehir turu yapıyoruz.

Lozan Antlaşması'nda, Batı Trakya Türkleri ile İstanbul Yunanlıları kapsam dışı bırakılmış.

Batı Trakya'da "müftü sorunu" var. Hem atanmış müftü, hem de seçilmiş müftü var. Halk, kendi müftüsünü seçmek istiyor. Hükümet ise "Bu bölgede müftülerin yargı yetkisi var, bu nedenle müftüleri biz atarız" diyor.

İskeçe'den ayrılıp yolumuza devam ediyoruz. Sağda Rodop dağları var. Dağların eteklerindeki köylerin hepsi Türk köyü. Çan kuleleri de var, camii minareleri de var.


Bu bölgede eskiden tütün ekilirmiş. Şimdi, bu bölgeler pamuk bölgesi olmuş. Avrupa Birliği, pamuğa destek primi veriyor. Yunanlılar, pamuğu ekiyorlar, desteği alıyorlar, pamuğu toplamıyorlar. Kuzey Yunanistan'ın neredeyse tamamında toplanmamış pamuk tarlaları görüyoruz.

KURUKÖY


Sarışaban'ın Kuruköy'ünü arıyoruz. Cüneyt Ülsever'in dedesi ve babası bu köydenmiş. Köyü ararken yollarda kayboluyoruz. Bir Yunanlı, arabası ile önümüze düşüyor. Yolu gösteriyor. Asfalt yoldan toprak yola sapınca, düz ilerlememizi söylüyor; bizi bırakıyor. Çok dar toprak yollarda, zorlukla ilerliyoruz. Zaman zaman, zeytin ağaçlarının dallarına sürtünüyoruz.


Nihayet Kuruköy'ü buluyoruz. Köy kaderine terkedilmiş. İn, cin top oynuyor. Birçok binanın çatısı çökmüş.


Otobüs daha fazla ilerleyemiyor. Atalarının izini sürenler, otobüsten atlayıp, köye doğru koşuyorlar. Hangi evde yaşadıklarını soracak birini arıyorlar. Babası, buradan ayrıldığında 3,5 yaşındaymış. Annesi ve babası bu köyden ayrılıp Türkiye'ye gelmiş. Mezarlarına serpebilmek için, yaşadıkları bu köyden 1 avuç toprak alıyorlar.


Köy, çok uzun zaman önce terkedilmiş olmalı. Belki, 1923'den sonra kimse buralara gelmemiş. Evlerin bahçelerini dikenler, kaktüsler, ...


..... çeşit çeşit bitkiler sarmış. Yağmur ve güneş bol olunca, gönüllerince serpilip gelişmişler.


Köy mezarlığının durumu da yürekler acısı. Her tarafı ot bürümüş. İster istemez hüzünleniyoruz.


Köyden ayrılıp, yolumuza devam ediyoruz. Karasu nehrinin (Nestos) üzerinden geçiyoruz. Batı Trakya burada bitiyor. 1913'de Karasu nehrinin doğusu Bulgar, batısı Yunan'dı. Batı taraf, mübadele bölgesiydi.

Şimdi Makedonya bölgesine geçiyoruz. Osmanlının çözülmesinden sonra, Yunanlılar, Sırplar, Bulgarlar arasında Makedonya kavgası hep sürer.

Eskikurudere (Kospiri) köyünden geçiyoruz.

Sarışaban köyleri terkedilmiş. 1950'lere kadar, eski Türk köylerine Yunanlılar yerleşmiş. Sonra, onlar da terketmiş. Bu bölgedeki Türkler Samsun'a gitmiş.


Dağlara tırmanmaya başlıyoruz. Sarışaban kasabası altımızda kalıyor. Yükseldikçe Taşoz adasını daha iyi görüyoruz. Ege'yi çok görmüştük ama hiç bu açıdan görmemiştik.

Uzunkuyu'dan (Makrihori'den) geçiyoruz. Buralar yazın yayla olarak kulllanılıyor.


Saatler ilerledikçe, yolcularla daha yakından tanışıyoruz. İstanbul dışında Bursa'dan, Ankara'dan, Samsun'dan, Bodrum'dan katılanlar var.

Gezide Galatasaray Lisesi mezunlarının da olduğunu görünce çok mutlu oluyoruz. Reha Erekli (GSL 107-108), Gökçe Serez (GSL 140, GSÜ Hukuk 3cü sınıf), Aydın Ataberk (GSL 97-98) birlikte bir anı fotoğrafı çektiriyoruz.

KARACAOVA KÖYÜ


Yolcuların elinde çok ayrıntılı haritalar var. Yol boyu, harita üzerinden geçtiğimiz yolları izliyorlar. Sarışaban'ın Karacaova köyüne yaklaşırken çok heyecanlanıyorlar. "İnşallah köyde yaşayanlar vardır" diyorlar.

Tırmandıkça tırmanıyoruz. Çok yükseklerdeyiz. 900 metrelerde olmalıyız.


Karacaova köyüne geliyoruz. Hemen otobüsten atlıyorlar. Etrafta insan arıyorlar.


"Aaaa, ben bu çeşmeyi hatırlıyorum. İnternetten baktım. Akın beylerin derneği buraya geldiğinde, bu çeşmenin önünde toplu bir hatıra fotoğrafı çektirmişler. Biz de burada fotoğraf çekelim".


Köyün kahvesine geldiğimizde, keyifle uzo'sunu içen iki "delikanlı" görüyoruz. Hemen buyur ediyorlar. Bir kadeh de biz alıyoruz. Kadehleri tokuşturuyoruz. "Yasu" diyoruz.

Uzo içerken Stiniasas (sağlınıza) ya da Stiniamas (sağlımıza) deniyor. İsterseniz kısaca Yasu (sen), Yamos (biz), Yasas (size) da diyebilirsiniz.


Vakıf Genel Sekreterimiz Sefer bey, Yunanlı dostlarımıza, yanımızda getirdiğimiz lokumlardan ikram ediyor.

Bu arada köy meydanına üstü açık kamyonetle bir pazarcı geliyor. Kasasında, taze meyve ve sebzeler var. Üzümleri, siyah erikleri, elmaları, armutları, ayvaları kapışıyoruz. Aldıklarımızı meydandaki çeşmede yıkıyoruz. Herkes birbirine meyve ikram ediyor. Acıkmış olmalıyız. Çok iyi gidiyor.

Köylülerle vedalaşıp, yolumuza devam ediyoruz.


Bütün Yunanistan'da, yol kenarlarında küçük "yapıcıklar" var. Nerede bir trafik kazası olduysa, ölenin anısını yaşatmak için oraya bir taş dikiyorlar. Zenginler, küçük bir kulübe büyüklüğünde yapılar yaptırıyorlar. Buralarda sürekli kandil yanıyor.

DRAMA


Geriye dönüp, tekrar ovaya iniyoruz. Selanik'e daha çok var. Drama'ya geliyoruz. Karpuzkaldıran'da öğle yemeği yiyeceğiz. Aramızda Dramalı yok. O nedenle Drama'da çok kalmayacağız. Yemekten sonra, şehirde kısa bir tur atacağız.

Yemekten sonra, Drama'dan ayrılıyoruz. Yeniden yollardayız. Atos dağlarını görüyoruz. Yunanistan'da, denize 3 parmak şeklinde dağlar uzanıyor. En doğudaki Aynaros.

Ege, manastırlar bölgesi. Bütün ortodoksların manastırları var. Komün hayatı yaşanıyor. Şarap üretiyorlar. Özerk bir bölge. Kadınların girmesi kesin yasak.

SELANİK


Bir tepenin arkası Selanik (Thessaloniki). Selanik, Makedonya'nın başkenti. En önemli limanlardan biri. Şehire Vardar kapısından (Vardar'a açılan kapıdan) giriyoruz.

Selanik Venediklilerdeydi. 1430 yılında İkinci Murat, üç günlük kuşatmadan sonra, kesin olarak fethetti. Fetih hukukuna göre, kuşatılan şehire önce bir tamim gönderilir, teslim olmaları istenirdi. Teslim olurlarsa, yağma yapılmaz, esir alınmazdı. Selanik'e de tamim gönderildi. Selanik teslim olmadı. Bu arada halk Selanik'i terketti. Şehir alındıktan sonra, ekonomiyi canlandırmak gerekiyordu. Önce esir alınanların özgür bırakılmaları gerekiyordu. Padişah, esir alınanların bir kısmının özgürlük bedelini kendi ödedi.

1912 Balkan savaşından sonra Osmanlılar burayı terketti. Yunanlılar ve Bulgarlar şehire beraber girdiler.

18 Ekim 1912'den sonra topraklarını terkeden herkes mübadil sayıldı.


Bir kısım "mübadiller" Selanik'ten gemilere bindirilerek Türkiye'ye gönderildi. Limanda bir çadır kent kuruldu. Mübadiller, çadırlarda, sıranın kendilerine gelmesini beklediler.


Mübadil sevkiyatının yapıldığı limana, kordon boyundan geçerek giriyoruz. Eski Selanik'i ve yeni Selanik'i gezeceğiz.


Beyaz kule, Selanik şehrinin bir simgesi. Beyaz Kule Kanuni devrinde yapılmış. Hapishane olarak kullanılmış. Kötü bir şöhreti varmış. Eskiden şehrin kenarında surlar varmış. Osmanlı padişahı, deniz kenarındaki surları yıktırarak, şehire nefes aldırmış. Kötü anıları silmek için beyaza boyamışlar. Böylece kulenin adı "Beyaz Kule" olarak kalmış.

Selanik bir muhacir kenti. Semtler, Türklerin Anadolu'dan geldikleri yerlerin isimleriyle anılyor: Giresun sokağı, Trabzon sokağı, Nea Mudanya (Yeni Mudanya), ...


Beyaz Kulenin çevresinde gençler piknik yapıyor. Hem temiz hava alıyorlar, hem sohbet ediyorlar.

Yunanılar, günü iki defa yaşıyorlar. Sabah 07.00'de kalkıyorlar. 14.00'e kadar çalışıyorlar. 14.00 - 18.00 arası, kimse kimseye telefon etmiyor. Siesta'da rahatsız etmiyor. Herkes uyuyor. 18.00'de kalkıp kahvelerini içiyorlar. Bazı dükkanlar 22.00'ye, bazıları 24.00'e kadar açık.


Döner Kulenin önünden geçiyoruz. Döner Kule Selanik fuarının simgesi.


Yedikule surlarına çıkıyoruz. Surların iç tarafında Türklerin mahalleleri var. Cumbalı evler, arnavut kaldırımlar var.


Kaleiçinde bir lokantanın önünden geçiyoruz. Yemek listesi ilgimizi çekiyor. Görüntülüyoruz.


Artık gün batmak üzere. Yoğun bir günün yorgunluğu üzerimize çöküyor. Otelimize gidiyoruz. İstirahate çekiliyoruz. Önümüzde daha çok uzun günler var.

İKİNCİ GÜN

SELANİK (devam)


Sabah 08.30'da otelimizden ayrılıyoruz. Bugün uzun bir koşu olacak. Program çok yüklü. Akşam otele çok geç gidebiliriz. Önce otobüsle Selanik şehir turu yapacağız. 10.00'da Atatürk'ün evini ziyaret edeceğiz. Sonra Vardar ovasını aşıp Karaferye'ye (Veria'ya), Nasliç'e, Kastoria'ya ve Kayalar'a gideceğiz. Akşam Edessa/Vodina'da konaklayacağız. Otobüs yolcularının nerdeyse yarısı Karaferye'li.


1917 yılında, Selanik'te büyük bir yangın oldu. Şehrin büyük bir kısmı yandı. Beyaz Kule'nin devamı iskana açıldı. Yeni mahalleler kuruldu. Bu bölge "Yalılar mahallesi"ydi. Yalılar şimdi sahilden uzaklaştı; içerilerde kaldı, denizi görmüyorlar. Yalıların bir kısmı restore edildi. Şimdi Kültür Merkezi olarak kullanılanlar var.


Osmanlı zamanında, 1908'de meşrutiyet ilan edildi. Meşrutiyet ilanının beşiği Selanik. Meşrutiyet Selanik'te ilan edildi.
31 Mart 1909'da "31 Mart vakası" yaşandı. Ordu, Selanik'ten yola çıktı. Abdülhamit tahttan indirildi. Selanik'e getirildi. "Alatini köşkü"nde "mecburi ikamet"e zorlandı. Bu köşk, şimdi vilayet binası olarak kullanılıyor.


Galerius kemerinin yanından geçiyoruz. Zafer takı.

Selanik çok kültürlü bir kentti. Çok kimlikliydi. İkinci dünya savaşından sonra bu kimliğini kaybetti. Şimdi (ticari kaygılarla) bu kimliği yeniden kazandırmaya çalışıyorlar.


Binaların arasına sıkışmış olan Bey Hamamı Osmanlılardan kalma bir eser.


Aristotales meydanından geçiyoruz. Bu meydan Selanik'in en ünlü meydanlarından biri.


"Basilica" bir Bizans kilisesi. 1430'da Osmanlılar Selanik'i alınca cami olmuş. Minare eklemişler. Minare yıkılmadan duruyor. Kasimiye camii olmuş.
Selanik ve Atina'da ibadete açık cami yok.


Bütün bakanlıklar Atina'da. Yalnız Makedonya-Trakya Bakanlığı Selanik'te. Bu bölge hassas olduğu için, bakanlık buraya öngörülmüş. Bina, Osmanlı döneminde Hükümet Konağı'ymış.


Agios (Ayos okunuyor) Dimitrios Klisesi. Agios Dimitrios Selanik'in koruyucusu.
Aziz erkek olursa Agios, dişi olursa Aya deniyor.


Agios Dimitrios Klisesinin içini de geziyoruz. Oldukça görkemli bir yapı. Avizenin tamiratı için getirilen vinç, görüntümüzü biraz bozuyor.


Atatürk'ün evi ile Türk Konsolosluğu aynı yerde. Ön taraf konsolosluk.


Atatürk'ün evini geziyoruz. Aziz ruhu önünde saygı ile eğiliyoruz.
.
KARAFERYE


Selanik'ten ayrılıyoruz. Vardar kapısından çıkıyoruz. Vardar nehrinden geçiyoruz. Vardar nehri, uzun bir nehir. 300 km. 100 kilometresi Yunanistan topraklarından geçiyor. Nehrin geçtiği her ovaya "Vardar ovası" deniyor.
Mübadeleden önce, Vardar ovasında büyük çiftlikler vardı. Bunların sahibi Türk'tü. Büyük toprak sahipleri Türk'tü. Binaları yıkılmadan duruyor.
Otobüs yolcuları artık iyice kaynaştı. Hep birlikte "Drama köprüsü" şarkısını söylüyoruz.
İkinci bir nehir, İncekarasu. Selanik körfezine dökülüyor.
Karaferye'ye geliyoruz. Otbüs yolcularından 7 kişi Kareferyeli.
Karaferye önemli bir Osmanlı kenti. Çok sayıda Osmanlıdan kalma eser var. Karaferye dağların eteğinde. Osmanlı döneminde, Selanik Sancağı'nda yer alıyordu. Çok verimli toprakları var. Özellikle bağcılık çok gelişmiş. Şarap ve rakı (uzo) üretiliyor. Ağustos adlı bir nahiyesi ve 71 köyü vardı. 1900'lerde 1.800 kişi yaşardı.


Karaferye şirin bir vilayet. Osmanlı eserlerinden bir camiyi geziyoruz.


Caminin hemen yanındaki medrese şimdi okul olarak kullanılıyor. İçeriden cıvıl cıvıl çocuk sesleri geliyor. Çocuklarını okuldan almaya gelen velilerin otomobilleri caddenin her iki yanına parketmiş.


Karaferye meydanında bir lokantanın içi ilgimizi çekiyor. Eski fotoğraflar duvarlarını süslemiş.


Lokanta sahibinden izin alıp, duvardaki fotoğrafları görüntülüyoruz.


Tepsi ile Türk kahvesi götüren satıcının fotoğrafı çok anlamlı. Burada Türk kahvesi yok. "Greek cafe" var. Kahvenin yalnız ismi değişik. Yapımı da, içimi de aynı. Fiyatı, yerine göre, 1 Euro ile 2 Euro arasında değişiyor.


Acıktığımızı hissediyoruz. Lokantadaki yemekler iştah açıcı. Bize hiç yabancı değil; kurufasulye var, bamya var, kabak dolma, etli nohut, sebzeli pilav, bezelye var.


Bir domates çorbası ile bir sebze çorbası alıyoruz. Devasa kaselerde geliyor. Sebze çorbasının içinde, oldukça büyük (en az 100 gram olmalı) dana eti var. Lezzetli.


Dışarı çıktığımızda, çok hoş bir manzara ile karşılaşıyoruz. Dört Yunanlı, kaldırım üzerine bir çilingir sofrası kurmuş. Uzo ile demleniyorlar. Birinin bıyığı yanaklardan 10'ar santim dışarıya taşmış.
"Kalimera" (Günaydın) diyoruz. Hemen bir iskemle ve bir bardak uzo ikram ediyorlar. Artık öğrendik; "Stiniasas" (sağlığınıza) diyoruz.


Çilingir sofrası çok zengin: domates, beyaz peynir (feta), soğan, sarmısak ve mortedella salam. Ekmekle bir paket tuz, dekoru tamamlıyor. Hepsi güzel de, sarmısağı pek anlayamadık.


Ama siz, bunları yemek istemezseniz, lokanta kapılarındaki menülerden istediğinizi seçebilirsiniz. Bir tek sorun var; o da yemeklerin ne olduğunu anlamak!


Yunanistan'da çok güzel bir gelenek var. Bütün balkonlar, ama bütün balkonlar çiçekli. İster çok katlı apartman olsun, ister tek katlı olsun, bütün balkonlarda çiçekler var. Bir balkonu sizler için görüntülüyoruz.
.
NASLİÇ


Galatini'den geçip, Nasliç'e geliyoruz. Saatimiz 14.30'u gösteriyor. Sokakta hiç kimse yok. Şimdi siesta saati.
Nasliç, Patriotların memleketi. Yüzbaşı Bekir Fikri burada çete savaşları yapmış.
Bu bölgede yaşayan müslümanların lisanı rumcaydı. Mübadele ile İstanbul'a geldiklerinde, onlara "Patriot" dendi. Patriot "memleketlim" demek.
1912-1913 yılları arasında, Yunan ordusuna karşı bir gerilla hareketi yürütüldü. O zaman, Bekir Fikri yüzbaşıydı. Yunan ordusuna çete baskınları yaptı. Yunan ordusu, buraları aldı. Bunun üzerine Bekir Fikri Yanya'ya gitti. Yanya da düşünce, Bekir Fikri Türkiye'ye geldi. Sonra, Kafkas cephesine gitti. Orada şehit düştü.
Nasliç bir bölge adı. Kasaba, bu bölgenin merkezi. Kasabanın adı Lapsiş.
Nasliç'te verimli toprak yok. Bu nedenle, Amerika'ya işçi olarak göçmüşler. Kasabaları ile ilişkilerini hiç koparmamışlar.
Mübadele anlaşması olduğu zaman, kasabalıların bir kısmı Amerika'daydı. Sonradan döndüler. Türkiye'ye gelenler, sendikal hareketin öncüsü oldu.
Nasliç, Yunanistan'ın en fakir bölgelerinden biri.


Otobüs yolcularını gören kasabanın papazı hemen koşup geliyor. Türk olduğumuzu anlayınca çok seviniyor. Cep telefonunu çıkarıp, bize "Çanakkale türküleri" dinletiyor. Eşi de yanında. Eşinin elinde bir fotoğraf var.


Fotoğraf, birkaç yıl önce çekilmiş. Büyüklerinin izini arayan bir Türk (fotoğrafta ortada), bu kasabaya gelmiş. Papaz ve eşi ile bir fotoğraf çektirmiş. Bu fotoğraf, papaz ve eşi için çok anlamlı. Ellerinden hiç düşürmüyorlar.
Biz de onlarla bir fotoğraf çektiriyoruz.
"Efaristo parapoli" (Çok teşekkür ederiz) diyoruz.
Nasliç'ten ayrılıyoruz. Vinyan'dan geçiyoruz. Programı değiştirip, Kastoria'ya (Kesriye'ye) gideceğiz.
Her tarafta termik santral var.
Sırada Kayalar var. Aşağı Kayalar, Yukarı Kayalar var. Kayalar'da, atalarımızdan iz bulunmuyor. Eski binaları yıkıp, yerine modern binalar yapmışlar. Kayalar bir kasaba. Mübadeleden önce bir Türk kentiydi. Şu anda yaşayanların hepsi mübadil. Kayalar'da 3 ayrı Mübadil Derneği var.

KASTORİA


Uzun bir yolculuktan sonra Kastoria'ya (Kesriye'ye) geliyoruz. Kastoria, bir göl kıyısında. Buradan Türkiye'ye gönderilen mübadiller, Bursa'da Apolyont gölü kenarına yerleştirilmişler. Buraları gezerken, babalarımızın, amcalarımızın, halalarımızın ruhlarının bizlerle birlikte olduğunu hissediyoruz. Resmin sağında, tepenin üzerinde, üç katlı sarı bina, onların anlatımlarına çok uyuyor. Orada mı yaşadılar dersiniz?


Gölün sahiline yaklaşıyoruz. Yüzlerce kuş var, ördek var, kaz, kuğu var.


Bizi görünce onlar da kıyıya koşuyor.


Onların burada bizi beklediklerini biliyorduk. Hazırlıklı gelmiştik. Yanımızda getirdiğimiz yiyecekleri ileriye doğru atıyoruz.


Havada ve suda bir koşuşturma başlıyor. Hepsi yiyecekleri kapma yarışında.


Yiyecekleri nereye atarsak, oraya doğru hızla kanat çırpıyorlar.


Bir martı, yiyeceği elimizden kapacak kadar yaklaşıyor. Bir kuğu, büyük bir cesaretle ve güvenle, boynunu bize doğru iyice uzatıyor.


Kastoria'dan ayrılıyoruz. Yolumuza devam ediyoruz. Voyvodina'ya daha bir hayli mesafe var. Acıkıyoruz. Dere kenarındaki bir müzikli lokantada birlikte yemek yiyoruz. Uzo'lar, şaraplar açılıyor.


Yorgun olmamıza rağmen, müziğin ritmine uyup oynuyoruz. Ege'nin Efe'leriyle başlayan müzik yolculuğumuz, Sirtaki ile noktalanıyor.
Yemekten sonra, yeniden otobüse biniyoruz.
Edessa bölgesinde Voyvodina'ya geliyoruz. Akşam burada konaklayacağız. Otelimize geldiğimizde saatler 23.45'i gösteriyor.
Voyvodina, küçük bir köy. Çok az nüfusu var. Geçerli lisan Amerikan ingilizcesi.
Yolcularımızdan iki kişi Voyvodinalı.
Günün yorgunluğu üzerimize çöküyor. Bütün gün gördüklerimiz, bir flim şeridi gibi, gözlerimizin önünden geçiyor. Uykuya dalıyoruz.

ÜÇÜNCÜ GÜN

VODİNA


Vodina'da, otelimizin tam önünde, Büyük İskender'in heykeli var. Büyük İskender'in babası burada (Edessa'da) yaşamış. Onun hatırasına Büyük İskender'in heykelini dikmişler.

Vodina'da, yaya olarak, Türk mahallesini ve eski camiyi geziyoruz.

VODİNA ŞELALELERİ


Şehir turundan sonra, Vodina şelalerine geliyoruz. Vodina, Slav kökenli bir sözcük. Voda, su demek. Vodina, sular şehri demek.


Vodina şelalerinde, bizi çok sevimli bir park karşılıyor. Her taraftan sular akıyor.


Akan suların şırıltısı huzur verici. Hava çok soğuk. Sular da buz gibi olmalı.


Biraz ilerleyince, büyük şelaleye geliyoruz. Çok yüksekten, aşağıdaki ovaya dökülüyor.


Şelalenin arkasına giden bir patikadan aşağı iniyoruz. Yosun tutan kayalarda, zaman zaman ayaklarımız kayıyor. Yukarıdan dökülen suları, arka taraftan seyretmek çok hoş bir duygu. Elimizi uzatıp, ıslatıyoruz.

Vodina'dan ayrılıp, Notya köyüne gidiyoruz.

Karacaova düzlüğü karşımızda. Bu bölgeden 40 köy, mübadele ile Türkiye'ye geldi. Gelibolu, Edirne, Şarköy, Kemerburgaz'a yerleştirildi. Özetle, Trakya'ya yerleştirildiler. Bursa'ya, İnegöl'e, Karacabey'e de yerleşenler oldu.

NOTYA KÖYÜ


Notya, Yunanistan'ın en kuzey köyü. Buradan giden mübadiller Malkara'ya yerleşmiş.

Karacaovalılar Slav kökenli bir dil kullanıyor. Bu dile "Pomakça" diyorlar. Bazı köyler "Biz Pomakız" diyor. Bu dil, Makedonya'da kullanılan dil ile aynı.

Notya'da Ulahça dili kullanılıyor. Bir Notyalı, İtalya'ya gitse, çat, pat anlaşabilir.

"Nai" ("ne" okunuyor) Yunanca'da Evet, Bulgarca'da Hayır anlamına geliyor. Yunanlı ile Bulgar, bir iş anlaşması yaparken her ikisi de "Nai" derse, biri Evet, biri Hayır anlamına geliyor. Bulgar başını sağa sola, Yunanlı aşağı yukarı sallıyor.

Notya'ya giderken, virajlı yollardan dağlara tırmanıyoruz.


Notya'da Hristo amca ile karşılaşıyoruz. Hristo amca, köyün en eskisi. Tam 91 yaşında. Keçi çobalığı (kaçika çobanlığı) yapıyor.


Köyün kahvesinde bir "Greek Cafe" içerken, Miltiadis ile göz göze geliyoruz. Bakışarak anlaşıyoruz. Kenardaki tavlalardan birini kapıp, kapı önündeki masaya yerleşiyorum. Taşları diziyorum. Miltiadis'e "Tavli?" diye seleniyorum.

Sıkı bir maç başlıyor. Önceleri hoş vakit geçirmek olsun derken, otobüsteki tüm Türk yolcuların ve kahvedeki tüm Yunanlı köylülerin etrafımıza toplanmasıyla, neredeyse, bir Türkiye-Yunanistan Milli Maçı'na dönüşüyor. Ben sayarak oynarken, seyreden taraftarların "çok kuvvetli yönlendirmeleriyle" oyunu mars ile kazanıyorum.

Mildo ile el sıkışıyoruz. Gülüşüyoruz. Kucaklaşıyoruz. Mildo, Miltiadis'in kısaltılmışı.

Yeri gelmişken, size bir mübadele öyküsü aktaralım:

Mübadele sırasında, bir kişi bu köyde kalmış. Gitmemiş. Müslüman. İsmini ve dinini değiştirmek zorunda kalmış. Leonidis Hristos olmuş. Oğlu olmuş. Adını Yorgo koymuş. Baba Hristos ve oğlu Yorgo zamanla ölmüş. Oğlunun oğlunun adı da Hristos. Buradaki Türklerin çoğu Karadeniz'e gitmiş. Torun da Selanik'e gitmiş. Burdan giden kişilerden babasının adı Hristos olanları aramış.

Mübadil yolcularımızdan Bahar hanım, Notya'da, büyüklerinin evini buluyor. Bu buluşun öyküsü hayli ilginç. Bahar hanımın babası zamanında vergi topluyormuş. Muhtara babasını soruyorlar. Muhtar, babasının adını bilmiyor ama "Biz vergi toplayan adamın evinde otuyoruz" diyor; Bahar hanımı, evine davet ediyor.

PİPERİA KÖYÜ


Notya'dan ayrılarak, Piperia köyüne doğru ilerliyoruz.

Eski adı Subuska, yeni adı Kalidea olan yerleşim merkezinden geçiyoruz. Kalidea, Karacaova'nın merkezi.

Piperia'da rehberliğimizi Niko yapıyor. Niko'nun babası Bursalı, annesi Burdurlu.

Otobüs yolcularından Oğuz Altay, bu yolculuğa annesi ve iki ablası ile birlikte çıkmış. Annesi ve ablasının ilk Yunanistan yolculukları. Annesi Makbule hanım 82 yaşında. Yolculuk belki onu yoruyor ama akrabalarını görebilmek için bütün yorgunluklara göğüs geriyor.

Oğuz Altay'dan mübadele öyküsünü dinliyoruz:

Mübadele sırasında, Kaymakam Mehmet amca var. Mehmet amca, Piperia'da kalıyor; karısını ve çocuğunu Trakya'ya yolluyor. Aradan zaman geçiyor. Kaymakam Mehmet, Rum Ortodoks olmak zorunda kalıyor. Yeni bir eş alıyor; yeni bir işi oluyor. Bu evliliklten, şu anda hala Piperia'da yaşayan Georgia hala doğuor. İsim ve iş değişmesine rağman, Yunan Hükümeti durumu anlıyor. Mehmet amcanın bütün mülküne el koyuyor. Mehmet amca, kahrından ölüyor. Georgia hala, ilk defa geçen yıl, çocuğunu torununu görüyor. Çok mutlu oluyor.


Piperia'da gerçek bir "Mübadil buluşması" yaşanıyor. Herkesin gözü yaşlı. Kuzen Aris, eşi Nicoleta da bu kucaklaşmayı izleyenler arasında. Makbule hanımın gözyaşlarını tutana aşkolsun.


Kucaklaşmalar boyunca, izleyicilerden çıt çıkmıyor. Water Oasis lokantasının şöminesinde yanan odunların çıtırtısı bu sessizlikte, dalga dalga yayılıyor.

Piperia'dan ayrılıp, Polikarpi'ye doğru yola çıkıyoruz.


Yolcularımızdan Ayşegül hanımın, bugün doğum günü olduğunu öğreniyoruz. Armağan alacak olanağımız yok. Büyük şehirlerden, dükkanlardan çok uzağız. Bir mum yakıp veriyoruz. Hep birlikte doğum günü şarkısı söylüyoruz. Ayşegül hanım, inanılmaz mutlu oluyor; çok duygulanıyor.

POLİKARPİ KÖYÜ


Poliani köyünün yeni ismi Polikarpi. Bu köyde 1.100 kişi yaşıyor. Ahmet Hilmi Okuyucu amcamız 86 yaşında. Otobüsün en yaşlı yolcusu. O da büyüklerinin izini arıyor. Babası bu köyde doğmuş. Ahmet Hilmi amca, bu köye ilk defa geliyor. Büyükleri Türkiye'ye geldikten iki sene sonra doğmuş. Yunanistan'ı hiç görmemiş.

Polikarpi meydanında duruyoruz. Genç bir köylü, bizi arabasına alıyor. Ahmet Hilmi amca'ya eşlik ediyoruz. Köyün papazını bulup, ona soracağız. Papaz kilisede de, mezarlıkta da yok. İster, istemez evine gidiyoruz. Evde papazın babası var. Doğru yere gelmişiz. Ahmet amcanın istediği bütün bilgileri papazın babası veriyor. Eşinin de, kendinin de, Ahmet Hilmi amcanın da yüzü gülüyor.


Yeniden köy meydanına dönüyoruz. Pedro, Ahmet Hilmi amca'ya öyle bir sarılıyor ki, sormayın. Defalarca kucaklıyor.


Bütün otobüs köy meydanındayız. Karşıdaki evin ikinci katındaki bir genç hanım, elinde sözlük ile balkona çıkıyor. Sözlüğe bakarak, bize "M-a-r-h-a-b-a" diyor. Çok duygulanıyoruz.

Giriş katında oturan Pedro, hepimizi, kahve içmeye evine davet ediyor. Teşekkür ediyoruz. Kabul etmiyoruz. Rahatsız etmek istemiyoruz. O zaman, kendi koşup eve giriyor. Bu yaz kiraz reçeli yapmışlar. Büyük bir tabağa kiraz reçeli döküyor. Evdeki bütün çatalları da çıkarıyor. "Yiyin lütfen" diyor. 4 büyük kavanoz şeftali kompostosu veriyor. "Alın, akşam yemeğinde hep birlikte yiyin" diyor.

Kahveye giriyorum. Bir kahve içmek istiyorum. "Mitriyori Greek Cafe" (orta, medium) diyorum. Kahveci genç, televizyonda seyretmekte olduğu Liverpool maçını bırakıp, ocağa koşuyor. Kahvenin parasını almamakta ısrar ediyor. Elini sıkarak teşekkür ediyorum. Efaristo parapoli (çok teşekkür ederim) diyorum.


Meydana bakan bütün balkonlarda, her yaştan insanlar var. Bir baba, küçük kızını almış, bizi gösteriyor. Küçük kız, aralıksız el sallıyor. Koşup kucaklamak, mıncıklamak istiyoruz.


İster, istemez, köyden ayrılık vaktimiz geliyor. Otobüs gözden uzaklaşıncaya kadar, evlerden sürekli eller sallanıyor.

Polikarpi'den de gözlerimiz yaşlı ayrılıyoruz. Otobüse, bir hüzün çöküyor.

Yenice-i Vardar'a doğru yola devam ediyoruz.

YENİCE-İ VARDAR


Polikarpi'den ayrılıp, Yenice-i Vardar'a geliyoruz. Burada Gazi Evrenos beyin (Evren Paşa'nın) türbesi var. Evrenos paşa, Yanya'ya kadar fethetti. Osmanlının en önemli komutanlarından biri.

Yenice-i Vardar'da çok sayıda mimari eseri var.

Burası aslında bir düzlük. Çayırlar var. At yetiştiriciliğine çok uygun bir yer. Bu şehri kuran Gazi Evrenos bey, Selanik'in fethine de aktif olarak katılıyor. Bütün sülalesi, Osmanlı askeri bürokrasisinde yer alıyor. Serez'de de Evrenos bey etkili.

Bu bölge, Büyük İskender'in de memleketi. Pella, Büyük İskender'in çıkış yeri.

Yenice-i Vardar'dan ayrılıyoruz.

Yolda, Kılkış'tan geçiyoruz. Kılkış, Osmanlı döneminde Selanik'e bağlı bir vilayet.

Reha Erekli, Kılkış'tan birkaç avuç toprak alıyor. Büyüklerinin mezarına serpecek.

Serez'e geliyoruz. Bu gece Serez'de konaklayacağız.

DÖRDÜNCÜ GÜN

SEREZ (SERRES)


Gezimizin dördüncü gününde, gözlerimizi Serez'de (Serres'te) açıyoruz.

Serez, Osmanlılara savaşmadan teslim olmuş. Bu nedenle, kalenin içine müslümanlar yerleştirilmemiş. Kiliseler ve diğer yapılar korunmuş. Müslümanlar kale dışına yerleştirilmiş.

1912'de, Bulgar katliamından kaçan müslümanlar, kale içine sığınmışlar ama, katliam burada da devam etmiş.

1923 Mübadele Antlaşması'ndan sonra, müslümanlar Serez'i terketmiş.


Serez tren istasyonuna geliyoruz. Tren istasyonunun tarihte önemli bir rolü var. Balkan savaşından kaçanların büyük bir bölümü trenle Edirne'ye gelmişler.

İstasyondan sonra, Çerkez mahallesini geziyoruz. Kafkas-Rus savaşından kaçan Çerkezler, Serez'e yerleşmişler.

Kafkas kökenliler, mübadeleye kadar, Yunanistan'da yaşamışlar. Sonra Türkiye'ye gelmişler. Şimdi bu mahallede Karadenizliler kalıyor.


Bursa caddesine, Bursa'dan gelen mübadiller yerleşmiş.


Mehmet bey camii ve külliyesi, şimdi yıkılmaya yüz tutmuş. Yakınlardaki Osmanlı kışlaları da yıkılmış.


Eski Serez kalesine çıkıyoruz. Kale, Serez'e hakim bir tepede. Duvarları kısmen sağlam duruyor.


Yolcularımızın arasında "Serez" ailesi de var. Kemal Mustafa Serez beyin ismi ilgimizi çekiyor. Babası, Mustafa Kemal ile karışmaması için, kelimelerin yerini değiştirerek, ismini Kemal Mustafa koymuş.

Serez ailesini, Serez kentinin panoramik manzarası önünde görüntülüyoruz. Soldan sağa: Kemal Mustafa Serez, Gökçe Serez (GSL 140, GSÜ), Deniz Serez, anneleri Bahar Serez.


Serez kalesinden ufuklara bakıyoruz. Karlı dağlar, muhteşem bir manzara sergiliyor.


Eski Bedesten, şimdi Arkeoloji Müzesi olarak kullanılıyor. Müze içinde fotoğraf çekmemize izin verilmiyor. Biz de kurallara uyuyoruz.

Akşam kaldığımız otelin müdürü Nicos bey, Serez'de bize rehberlik yapıyor. Yaşı hayli ileri. Herkese lokum ikram ediyor. Nicos beyle vedalaşıyoruz. Otobüs uzaklaşırken, arkamızdan dakikalarca el sallıyor.

Yolculuğumuza devam ediyoruz.

KAVALA


Şimdi hedefimiz Kavala. Kavala'da iki liman var. Kavala şehri, ikinci limanın etrafında kurulu. Birinci limanı uzaktan görüntülüyoruz.


Bir tepeyi aşınca, ikinci liman ve Kavala görünüyor. Kavala şehri bir yarımada gibi.


Yolcularımızdan birinin soyadı Kavala. Orhan Kavala 1949 doğumlu. Dedesi Hacı Salih burada doğmuş. Öbür dedesi (babasının babası), Hacı Salih'in oğlu, burada ölmüş. Babası, 1909'da Kavala'da doğmuş. 1912'de İzmir'e gittiklerinde 3 yaşındaymış. Amcası (15 yaş büyük), 1897 doğumlu. Amcasını 18 yaşında (askerlik çağında) Mısır'a kaçırmışlar.

Orhan Kavala, Kavala'ya yaklaşırken, yerinde duramıyor. Bir sağ pencereden, bir sol pencereden, bir arka pencereden durmadan fotoğraf çekiyor. Hiçbir ayrıntıyı kaçırmak istemiyor.


Kavala limanında otobüsten iniyoruz. Gezimizin bundan sonraki kısmını yürüyerek yapacağız.


Kavala'nın en önemli şahsiyetlerinden biri, Pargalı İbrahim. Kavala onun memleketi. Pargalı İbrahim, fakir bir balıkçının oğlu. Makbul İbrahim ismi, sonradan Maktul İbrahim oluyor.

İbrahim Paşa'nın hayratı olan camii, şimdi kiliseye çevrilmiş.


Su kemerleri Kanuni zamanında yapılmış.


Kavala kalesine doğru tırmanırken, şehir güzel görüntüsünü bize sunuyor.


Kavale kalesi, dik yamaçlar üzerinde. Denizden gelebilecek olan bütün saldırılar için, çok yerinde bir konuşlandırma olduğunu düşünüyoruz.


Karşımızda Taşoz adası var. Hava hafif puslu. Taşoz'un üzerinde de bulutlar var.


Kavala kalesinde, Kavalalı Mehmet Ali Paşanın heykeli var. Heykelin yönünün denize değil de, karaya doğru dönük olması, önceleri bizi şaşırtıyor.


Sonradan sebebini anlıyoruz. Kavalalı Mehmet Ali Paşa heykelinin yönü, hemen yakınındaki evine dönük. Eşini çok sevdiği için mi, ona göz dağı vermek için mi, orasını bilemiyoruz.

Kavalalı Mehmet Ali Paşa önemli bir şahsiyet. Önce dil öğreniyor. Orduya giriyor. Paşalığa yükseliyor. Sonra, Mısır'a vali olarak gidiyor.


Kavala kalesindeki kilisede bir nikah töreni olduğunu görüyoruz. Biz de nikahı izliyoruz. Çıkışta, anı olarak, bir nikah şekeri de biz alıyoruz.


Kaleden aşağı inerken, yol üzerindeki eski yapıları ve şimdi lüks otel olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın "İmaret"ini görüntülüyoruz.


Kalenin mazgal deliklerinden (ok atmaya yarayan, iç yanı geniş, dış yanı dar deliklerden) Kavala'yı seyrediyoruz.


Öğle yemeğimizi de yedikten sonra Kavala'dan ayrılıyoruz.

Dedeağaçtan (Alexandrapolis'ten) geçerek, Türkiye'ye döncedeğiz. Dedeağaç'ta, Semendirek adası bizi uğurluyor.


Yolculuğumuz sonuna geldiğimizde Lozan Mübadilleri Vakfı Genel Sekreteri Sefer Güvenç beyi tatlı bir huzur sarıyor. Yüzünden gülümsemesi hiç eksik olmuyor.

Unutulmaz anılarla dolu bir geziyi daha arkamızda bırakıyoruz.

Soğuk ve karlı bir gecede İstanbul'a geliyoruz.

24 yorum:

Esat Ergelen dedi ki...

Aydın Abicim kalemine sağlık, sizinle gezmiş kadar oldum.

Fatma Güngören dedi ki...

Aydın Bey notlarınız ve resimleriniz çok güzel, elinize dilinize sağlık, çok teşekkürler, size ve Ayla hanıma selamlar sevgiler.

Oğuz Altay dedi ki...

Sevgili Aydın ağabey,

Her ne kadar rahat bir zamanımızda okumamızı önermiş olsanız da, yolladığınız 4 yazıyı da büyük bir hızla okudum.

Emeklerinize, dilinize, klavyenize sağlık.

Esen kalın.

Saygılarımla,

Oğuz ALTAY

Arman Unan dedi ki...

Sevgili ve çok değerli kardeşim,

Gönderilerinizi büyük bir keyifle her daim izlemekteyim. Elinize, gönlünüze sağlık. Değerli ve kalıcı çalışmalar yapıyorsunuz. Sizi gönülden kutlarım.

Ne yazık ki GSL camiasının etkinliklerinden oldukça uzakta, Alaçatı’da yaşamaktayım. Bir mübadil ailesinden gelmekteyim. Babam Selanik, annem de Girit’ten mübadil gelmişler. Çocukluğumda evde Rumca konuşulur, Rumca ezgiler söylenir, dinlenirdi.

Yaptığınız bu mübadil gezisinden haberim olsaydı mutlaka katılmaya gayret ederdim.

Sizden bir ricam olacak. Geziye katılanlardan, (ya da geziyi organize edenlerden) öğrenip ilerde Girit odaklı benzer bir gezi tertiplenecekse, mutlaka katılmak isterim. Diğer taraftan Girit Safrası da çok zengin yemek türleri içeriyor.

Beni bilgilendirirseniz çok mutlu olurum.

Kardeş sevgilerimle

Arman Unan (90)

Şükran Durgan dedi ki...

Aydın Abiciğim; her zaman takipteyiz. Paylaşımlarınız için teşekkürler. Esen kalın.

Mehmet Tetik dedi ki...

Aydın'cığım,

Gezi anıları senin eğitici bilgilerinle dahada renklenmiş.. Görmesekde yaşamış gibi olduk.
Teşekkürler.

Sevgiler,

Mehmet

Bener Akbaş dedi ki...

Aydın’cığım,
Şahane fotograflarınla bizleri gene aydınlattın. Bilgi ve görgü sahibi olduk. Ellerine sağlık. Her zamanki gibi, daima öncüsün, ışık saçıyorsun, aydınlatıyorsun. Sağol varol.
Çok çok teşekkürler.
Sevgi ve selamlarımla.
Bener Akbaş

Özlem Öğüt dedi ki...

Teşekkürler, çok güzeldi... İnşallah bu hafta bitmeden bende yazacağım... :)

Fahrettin Ecevit dedi ki...

Sevgili Aydın,

Sayende Yunanistan’ı doya doya tekrar gezdik bilmediğimiz yanlarını öğrendik.Nefis sunumun için kutluyor teşekkür ediyorum.

Sevgiler

Fahrettin ECEVİT

Ahmet Özpınar dedi ki...

Sevgili Aydın Kardeşim,

Yunanistan'ı bana bir kere daha gezdirdin.
Hem de görmediğim yerler ve onlarla ilgili bilgiler eşliğinde.

Güzel fotoğraflar ,faydalı bilgiler , harcadığın emek ve özveri için teşekkürler.

Sevgiler.

Ahmet OZPINAR

Reha Erekli dedi ki...

Yazım ve akış olağanüstü güzel ve etkileyici,

Bazen tşk ler az kalır,

Öyle bir duygudayım,

Svg li ağabeyime sıcak mübadil artığı duygularımı iletirim,

Reha

Mehmet Dirik dedi ki...

Aydin cim,

Yolunuz Mora Yenisehir civarina düsmedimi?

Benim Anne tarafimin büyük dedeleri 15ci yüzyilda oraya yerlesmis ve 19cu yüzyilda geri dönmüs.
Mora Yenisehir Esrafindan diye gecer, oralarda büyük dedelerden ilki galiba vali imis.
Kismet olursa belki tekaüt oldugumda gider bir oralari görürüm. Kimbilir belki sende katilir fotolarimizi anilarla süslersin.

Sevgilerimle

Memo

Özcan Ulukut dedi ki...

Sevgili Aydın kardeş,

Gezi notların için çok teşekkürler.Her ne kadar bab memleketi ise de bu güne kadar gitmek kısmet olmadı. Sahi neden bu geziden bizim haberimiz olmadı?

Yine de teşekkürler.

Sevgiyle kal.

Özcan Ulukut

Belgin Çamlı Callıoğlu dedi ki...

Aydın bey emegınız guzel ve yurekten yazılarınız ıcın tum dostlugunuz ıcın cok. cok tesekkurler Ayla ablaya sevgıler

Mustafa Cansağlar dedi ki...

Sevgili Aydın,

Mübadillerle yapmış olduğunuz Yunanistan Gezinizi ve onla ilgili anılarınızı büyük bir zevkle okudum.

Aile yakınlarım arasında çok Rum olması sebebi ile de bu lisanı epey iyi derecede bilirim.

Yazında lisan hakkında verdiğin misallerde bazı ufak tefek hatalara rastladım.En dikkatimi çeken Rumcada kuzey yerine vermiş olduğun karşılık oldu.Yunancada kuzeye VORİO denir.Güneye ise Latince’ye de ters düşen NOTİO denir.Ama unutmayalım ki Yunanca Latince’den çok daha eski bir dildir.Bu debeple güneyden esen rüzgara biz POYRAZ deriz ki bu kelime yunanca karşılığı olan VORYA’ya (B harfini V olarak okuyup o şekilde yazarsak VORYA yunanca BORİA halini alır ve zaman içinde PORYAZ ve POYRAZ olur .

Umarım kafanı şişirmemişimdir.

Tekrar teşekkürler ve selamlar

Mustafa CANSAĞLAR

Handan Attar dedi ki...

Sayın Ataberk'in gezi izlenimleri, çektiği fotoğraflar çok etkileyiciydi; teşekkürler. Kendimizi bir kez daha aranızda hissettik. Neler yaşadığınızı, nasıl duygulandığınızı ve yorulduğunuzu ama buna rağmen oralara yeniden gitmek istediğinizi biliyoruz. Mübadilin hassasiyeti, beşinci kuşaktan sonra azalır mı? Bilmem. Henüz 5. kuşaktan biriyle konuşmadım.

Sefer Beyin gönüllü rehberliği, yorgunluğa dayanıklılığı, sabrı ve doğal nezaketi, eminim yolculuğunuzu kolaylaştırmıştır. Selamlar...

Erol Uzsoy dedi ki...

Sayın Aydın Ataberk,
Gezi izlenimleriniz ve enfes fotoğraflarınız için çok teşekkürler.
Erol Uzsoy

Oya Koca dedi ki...

Aydın Bey,


Ne iyi bir yolculuk arkadasisiniz; bizlere tüm geziyi film şeridi gibi akıtan bir anlatımı hediye ettiniz. Tekrar tekrar bakabilecegimiz bir kayıt.
Fotograf diliniz de hayranlık verici derecede etkili ve her yeri harika şekilde belgelemişsiniz, ben bazı kaçırdığım anları da sayenizde telafi etmiş oldum.


Ellerinize saglık,
size ve sevgili eşinize en içten selamlarımla,
oya koca

Nejat Özgüler dedi ki...

aydın bey,
nasıl teşekkür etmeli bilmem ki...
sağolun var olun...
ellerinize sağlık....
nejat özgüler

Oya Yorgan dedi ki...

aydın bey teşekkürler. çok güzel resimler.ayla hanıma selamlar.

Namık Dener dedi ki...

Güzel bir anlatımla özetlediğiniz ve harika fotoğraflarla bezediğiniz
Yunanistan gezisi bizler için unutulmaz bir anı olacaktır.
Saygı ve sevgilerle teşekkürlerimi sunarım.

Gökçe Serez dedi ki...

Sevgili Aydın Abi,


Umarım eşiniz de siz de iyisinizdir. Fotoğraflar için çok ama çok teşekkür ederim, hepsi çok güzeller. Yolladığınız yazıları da dikkatli bir şekilde defalarca okudum ve devreden arkadaşlarıma da gösterdim. Ellerinize sağlık harika olmuşlar, hepimiz çok beğendik. Sayenizde anılarımız hep taze kalacak. Ayrıca konu hakkında çok fazla bilgisi olmayan bazı arkadaşlarım da sayenizde bilgi sahibi oldular. Her şey için çok teşekkür ederim.

Saygılarımla,

Gökçe

Belgin Çamlı Callıoğlu dedi ki...

Aydın bey gercekten torunlara kalacak anılar sayenızde bu kadar duzenlı ve yararlı olumsuzlestı. Ayla hanıma ve sıze ıcten selam ve sevgıler

Oya Koca dedi ki...

Harika olmuş,
ayrıca ne güzel bir blog, haberdar ettiginiz için çok teşekkürler, Aydin Bey neler neler koymuşsunuz sayfanıza müthiş!!; bir define sandığı gibi- sevgiyle tek tek herbir resim üzerine eğilerek , hatırlayarak, okşayarak bakmak istiyor insan.
bayıldım, arkadaslarıma da link gönderecegim.
yaşayın elinize sağlık


sevgilerimle
oya

Google
 

Sizlerden Gelenler ;

Sevgili Aydın; ağabeyin Mehmet'in Galatasaray Lisesinden sıra arkadaşıydım. Hatırlayacağını zannediyorum. Ayrıca bir de rahmetli Rahmi Ertin ortak dostumuzdu. Damadım ile kızımın sevgili amcaları idi. Uzun yıllar sonra, Mehmet'le buluştuk. İnşallah seninle de görüşürüz. Anılara Yolculuk siten, çocukluk ve ilk gençlik yıllarımdan, hayallerimde bile unutulmuş güzellikleri yeniden yaşamamı sağladı. Eline ve o güzel yüreğine sağlık. Görüşmek dileğiyle. Sevgiler.


Altuğ İşmen, 1 Mart 2010


----------------------------------------------------


Sayın Aydın Ataberk,


Çok çok güzel olmuş ellerinize ve emeklerinize sağlık. Eski bir İhsan Çizakcalı olarak ayrıca şu anda merhum abeyimin de çizakcanın ilk öğrencilerinden olması dolayısıyla eski Bursa'yı ve okulumu, yazılarınızda tekrar yaşamış oldum. Size minnettarlığımı ve şükranlarımı sunar çalışmalarınızda başarılar dilerim.Saygılarımla


Erhan Kurtulan, Elk.Müh., 17 Aralık 2008


-------------------------------------------------------


Sevgili Aydin,



Muhtesem bir eser yaratmissin. Seni kutlarim. Beni Ekvator Gine'sindeki yamyamlarin arasinda aglatmayi basardin. Saatlerce tek tek butun belgelere baktim. Tombul yanaklarindan opuyor ve seni tekrar kutluyorum. Artik bu birikimleri koyacagimiz bir web sitemizin olmasi gerekiyor. Ben de onu organize edeyim. Senin bu muhtesem birikimlerinle cok guzel bir siteye sahip olacagiz. Yakinda www.gsl97.org aramiza katilacak.



Seni sevgiyle kucakliyorum.



Mahmut Melih Kayahan, 9 Aralık 2008


---------------------------------------------------------


Sizlere tesadufen ogrendigim Sn Aydin ATABERK tarafindan hazirlanmis bir site adresi iletiyorum. İzlemeniz tavsiye olunur, harika bir calisma olmus. Ellerine ve yuregine saglik....


Öznur Dere, 24 Eylül 2008


--------------------------------------------------------------Sevgili Aydın bey, anılara yolculuk Blogunuzu inceledim. İnanılmaz bir şey. Ne çok emek var. Ben sizden daha genç :) olduğum için eskiye ait yazı ve görüntülerin bir kısmını özel yaşantımdan hatırladım ama çoğunu da geçmişe olan özel ilgimden dolayı hatırladım. Çok duygulandım. Ne olur bu yaptıklarınızı daha çok insan duysun, sizi daha çok insan tanısın. Sizi tanıyan bir kişi olmak benim için ne şans. Sizi çok seviyorum. Saygılarımla,


Sıdıka Parlak, 24 Eylül 2008


-------------------------------------------------------------Aydin Bey Gunaydin ,



Ellerinize saglik, soyle bir goz atabildim henuz, ilk firsatta satir aralarinda kaybolmak isterim .



Ozellikle benim icin de sizi tanimak cok buyuk bir sans .



Saygilar, Sevgiler,



Sibel Birçiçek, 25 Eylül 2008


-------------------------------------------------------------Sevgili Aydın ağbey,



Bize tekrar muhteşem bir yolculuk yaptırdın güzel anılara.Ellerine sağlık ağbey bize böyle nefis güzellikler yarattığın için.


Sevgiler, saygılar



Sinan Acarel, 25 Eylül 2008


------------------------------------------------------------Sevgili Kardesim Aydin,



Candan tebrikler! Iyi ki boylesine guzel sunulan ve ozlem degeri yuksek anilarini bir gunlukte topladin ve e-postalarda kaybolmamalarini sagladin.



Daha nice 5000'lere! Gerek icerik gerek sunudaki nitelik ilgiyi kendisi yaratiyor. Ne mutlu bizlere, ayni ailedeniz!



Sevgilerle,


Tuncer Ören (1955), 26 Kasım 2008


-------------------------------------------------------------Aydın Bey günaydın



Sizi kutluyorum. Bu azminiz ve paylaşma isteginiz hiç eksilmesin, artsın….



Selamlar



Mustafa GEYVE, 26 Kasım 2008


---------------------------------------------------------------


GÜNAYDINLAR AYDIN ABİCİĞİM; NASILSINIZ?? "ANILARA YOLCULUKTA" DAHA 10 000'Cİ, 50 000'Cİ , 500 000'Cİ ZİYARETÇİLERE ULAŞMANIZ DİLEĞİYLE. BEN BÜTÜN KALBEMLE İNANIYORUMKİ AYDIN ABİMİN KALEMİNİN YALINLIĞI, SADELİĞİYLE ULAŞILABİLİR. YAZILARI OKURKEN DALIP BİR YERLERE GİTMEMEK İMKANSIZ.. SEVGİLER,SAYGILAR


Şükran Durgan, 26 Kasım 2008


---------------------------------------------------------------Sayin Aydin agabey



Boylesine guzel, degerli bir birikimi bir araya getirdiginiz ve bunu hazine degerindeki bir belgesellige donusturdugunuz için sizi kutlarim. Müzik dersini gösteren fotografta, sag basta yer alan muzik ogretmeni, Almanya'da muzik egitimi gormus, oglu da bir donem unlu bir fagotcu olan rahmetli Enver Haraçci hocamizdir. Karli kis gunlerinde, Ortakoy'de okulun onunden denize girer ve esasli bir sekilde yuzerdi.



Grand Cour'da hocalar maçini gosteren fotografin sag tarafinda en bastaki siyah formali adi yazilmamis ogretmen de, Galatasaray Ilkokulu yavrukurtlari baskurtu ve de 1950'li 60'li yillarda Ortakoy'de ogretmenlik yapmis olan Huseyin hoca'dir.



Saygilar, sevgiler



Turgay Tuna 102, 26 Kasım 2008


------------------------------------------------------------Sevgili Aydin Kardesim,



Gercekten bir "online GS müzesi" yaratmisin, eline saglik ve tebrikler !



Ender Enön ( 94 x1962), 26 Kasım 2008


-------------------------------------------------------------Çok güzel, çok sevindim.. Tebrik ederim Aydın Bey.



Çok çok daha fazla kişiye ulaşması dileğiyle. Çünkü gerçekten çok güzel bir çalışma.



Sevgi ve Saygılarımla



Gizem Ertürk, 26 Kasım 2008


------------------------------------------------------------Sayın Aydın Ataberk,


Doğum yerim Bursa anılarına yaptığım gezintide, sizin de benim gibi halamın gelin gittiği konakta kurulan "Özel Yeni Okul"dan mezun olduğunuzu öğrendim. Yalnız ben 1957 mezunuyum.... Ne yazık ki daha sonra kurulan İhsan Çizakça Kolejinin kapandığını öğrendim. Merhum İhsan ve merhume Süheyla Çizakça'nın ruhları şad ve mekanları cennet olsun!Selamlarımla,


Beyza Üntuna, 28 Kasım 2008


Türkiye Cumhuriyeti, Atina-Pire Başkonsolosu


-------------------------------------------------------------



Sevgili Aydın agabey ;


Henuz sadece ıkı bolumu okudum . Ikıncı bolum ozel ılgı alanıma gıren oyuncaklardı . Gecmıse donup o yokluktakı zenginliklerimizi hatirlamak çok güzel . Bir kez daha tesekkür ederim . Bence oyuncak dostu ve oyuncak müzesinin kurucusu sevgili Sunay Akın'la temasa geçip O'nun da sitene ulaşmasini saglarsan çok mutlu olacaktir .Sevgi ile kalin


Bünyat AKIN(104-106 V.S.), 14 Şubat 2008


------------------------------


Degerli Kardeşim



Erol Günaydın ın arkasındaki ben Mehmet Ali ve yanımda Özer Berkay dan tebrikler,selamlar,sevgiler,ellerinize saglık.Özer Berkay ve ben GSLAAG den ayrıldık,resimde gördügünüz oturan GS a hizmet eden üç kardeşimize madalya ve plaket verdik.Tahminen 40 ın üstünde agabeyimiz,okul müdürümüz Meral Mercan ,kıymetlı GS lılar bu madalya ve plaketleri aldılar. Resim o tören sırasında çekildi.



Bilgisayar kullanmada cok acemiyim,ancak daha çok gencim yaşım 73 yavaş yavaş öğreneceğim...



Lütfen gslaag ye girin,orada devrelere girin,gsl55.free.fr dan hatıralara girin 2 sahife Necdet Mahfi Ayral ın kızı Jeyan hanımefendinin bana hediye ettiği üç albüm resim ve efemeraları tetkik edin.Bunlarıda dilerseniz kullanabilirsiniz.



İyi günlerde görüşmek dileklerimle.



M Ali Zeren, 17 Şubat 2008


----------------------------------


Aydin agabey,



Dun gslaag sitesinde, yazilarinizda gezindim. Site harika, yazilariniz enfes, onlari toplanmis ve guzel sunulmus gormek icimi isitti. Hem sitenizin hem yazilarinizin duyurularini tekrar tekrar yapmaliyiz orada. Yapacagiz zaten. Dun bunu dusundum. Ilk olanakta ben de gerekeni yapacagim. (ilk vaktim oldugunda yani, affedin beni bu nedenle)



Saygilarimla.



Gün ARUN 113, 25 Şubat 2008


-----------------------------------



Aydin Bey merhaba


Hazirladiginiz sitenin öncelikle Bursa sayfasini, daha sonra da müzik sayfalarini ve digerlerini inceledim. Paylastigimiz noktalari da gördüm. Böyle bir ise zaman ve emek harcamak, bunlara derlemek takdire sayan. Sizi kutluyor ve tüm günlerinizin bu sekilde verimli olmasini diliyorum. Selamlar.Mustafa GEYVE, 2 Mart 2008


-------------------------------


Sayin Ataberk,



Blogunuz cok hosuma gitti.



22 sene evvel biraktigim dunyanin en guzel sehri Istanbul'u bana tekrar gezdirdiniz.



tesekkur ederim



selam ve saygilarla



David Hasday



New York, 7 Mart 2008


-----------------------------------


Sayın Ataberk,



Biraz önce oğlumun haber vermesiyle sitenize baktım. Elinize sağlık, kutluyorum. Ben de, unutulmuş, unutulmaya yüz tutmuş güzelliklerin arayışı, duyurulması çabasındayım. Blogunuzda sergilediğiniz bilgilere, belgelere kendi genelağ yerimde yer vermek, beni, ziyaretçilerimi pek sevindirecek, mutlu edecek. Bilmem izninizi alabilir miyim?



Bu arada belirteyim, ilgilendiğim konular arasında dilimiz, müzik, yazın, sinema önde geliyor. Sinemayla ilgili bir kitabım (http://www.pandora.com.tr/urun.asp?id=110695 ), araştırma yazılarım, senaryolarım, öykülerim vb. var. Bir göz atabilirseniz, http://www.ilgilik.net/ size bir fikir verebilir sanıyorum.



Başarılarınızın artarak sürmesi dileğiyle selamlarımı, saygılarımı sunuyorum.



İnal Karagözoğlu, 10 Mart 2008


----------------------------------



Aydın Abi,



Tesadüfen



”Anılara Yolculuk”



Bloguna takıldım.



Bir defada keşfedilemez.



Dönüp dönüp bakacağım.



Teşekkürler.



Çok yaşa emi.



Sevgiler,



A.Şeref Türkmenoğlu, 22 Mart 2008


-----------------------------


Emeklerinize saglik, cok guzel olmus. Bir IEL ve ITU mezunu olarak da ayrica gurur duydum:) Saygilarimla,



Aydin Gurel, 23 Nisan 2008


-------------------------


Merhaba Aydın Bey,



Anılarda yolculuk sayfalarında gezinirken çocukluğuma gittim 4-5 yaşlarındaydım ve ilk defa film makinası görüyordum,İstanbul'dan Niyazi Dayı gelmişti ,Seher Nenemin kireç badanalı duvarına bir bez gerildi ve sizin eşinizin ve çocuklarınızın görüntüleriydi izlediklerimiz.Babanız parmaklarımı tutar birşeyler yapar hep eksik sayardı parmaklarımı onu güleryüzlü ve kocaman bir adam olarak hatırlıyorum çocukluğumdan.



Ben kimmiyim? ben Ümit Arıcan'ın küçük kızı Safinaz'ım,her ne kadar hiç tanışmamış olsakta selamlar sevgiler...



Safinaz KAROL, 31 Ekim 2008


-------------------------------



Ağbi bu güzel sayfalarına bakmak saatlerimi aldı. Yapması kim bilir ne kadar zaman ve emek gerektirmiştir.Ailem 1965'de Bursaya taşınmıştı. Abdal Köprüsünün 5-6 ev yakınına. Heryer gibi oralar da artık tanınmaz olmuş. O yıllarda köprü sayfandaki (daha önce görmediğim) o resmine benziyordu gene az çok.Güzel günler...


Murat Kalınyaprak 109, 1 Ekim 2008


------------------------------------



Aydın Bey sitenizi ziyaret ettim ve çok mutlu oldum. Lakin kendi çocukluğunun oyuncaklarını hatırlayıp bunu konu edip bugünün kuşaklarına aktaran maalesefki çok az büyüğümüz var. Yine maalesef ki geçmişe ait belleğimiz, sanki o güzelim oyuncakların yerine geçen modern oyuncaklarla birlikte yitip gitmaktedir.Aydın Bey, ben TRT çocuk televizyonu için eski ("Dedemin Oyuncağı) oyuncaklarımızı konu eden bir programın yapımcısıyım. Televizyonumuz Ekimde yayın hayatına başlayacaktır. Hazırlayacağım programda komuğumuza oyuncakla ilgili malzemeleri hazırlayarak ya da konuğumuzun desteğiyle; onun çocukluğunda yer etmiş bir oyuncağın yapım aşaması anlatımlı olarak gerçekleştirilecektir. Bu konuda önerilerinizi paylaşmanız bizi sevindirecektir. Yapımını bildiğiniz bir oyuncak varsa ve bunu bizimle program çekimiyle paylaşırsanız çok memnun oluruz. Şimdiden desteğiniz ve oyuncaklara olan duyarlılığınız için teşekkür ederiz, saygılar sunarız.


Engin Yıldız, 21 Eylül 2008


---------------------------------


Aydın bey günaydın,



sitenize meraktan hemen buradan bir göz attım. detaylı olarak evden bakacağız tabii. ellerinize ve yüreğinize sağlık diyorum. eski bursa ve istanbul resimleri çok ilgimi çekti. anlatımlarınızı da okuyacağım . tekrar teşekkürler. saygılarımızla,



Cenk Özçelik, 13 Şubat 2008 çarşamba


-------------------------------


Aydin Bey supersiniz !!!! tebrikler.



Ayşe Siner, 13 Şubat 2008 çarşamba


--------------------------------


Cok guzel. Super bir ani derlemesi. Size cok tesekkurler.Sanki o gunleri yasamis gibi hissettim. Sonsuz sevgi ve saygilarimla



Ali Rıza Tuğluk, 13 Şubat 2008 Çarşamba


----------------------------------


Harika bir site tebrikler tebrikler Aydın beyciğim cok yararlı ve enteresan. Bu sitenizinden faydalanabilecek ve memnunlukla takip edecek dostlar var acaba onlara da izninizle adresinizi iletebilirmiyim ?



Sevgiler ve tüm bu güzel şeylerin devamını getirmeniz dileyiğle



Fügen Evren, 13 Şubat 2008 Çarşamba


------------------------------------


Sevgili Aydın Ağabey;



Çok güzel bir site olmuş.Ellerinize sağlık ve teşekkürler. Saygılar.



Ahmet Dikencik, 13 Şubat 2008 Çarşamba


----------------------------------



Aydın Beycigim ,



bir ara sakin bir zamanda fırsat bulup okumak o güzel anlatımız esliginde kahvemi yudumlarken sizinle beraber gecmiste yolculuk yapmak isterim. Simdiden elinize, yureginize ve super hafızanıza saglık. Sevgilerimle



Özlem Şenkoyuncu, 13 Şubat 2008 Çarşamba


-------------------------------


Sevgili Aydın beyciğim merhaba.



Anılara yolculuk'ta İstanbul'un o eski günlerini sanki yeniden yaşıyormuş gibi keyif aldım. Biliyorsun ben GS lı değilim. 1970 Maçka mezunuyum. O yıllarda İstanbul bir başkaydı.



Geçen sene Sirkeci'deki Orient ekspres'te yaptığımız Eski dostlar yemeğine Yenikapıdan Sirkeciye yürüyerek gelmiştik.Bu yürüyüşten büyük keyif almıştım. Eski günleri ya'dederek beraberce yürümüş ve eski günleri anımsamıştık.



Anılara yolculuk için teşekkür eder, iyi çalışmalar dilerim.



Harun Masatoğlu, 13 Şubat 2008 Çarşamba


-------------------------------------


Aydin bey,



henuz tamamini okuyamadim ama okudugum bolumler ve fotograflar cok guzeldi.Elinize saglik. Selamlar



Sevgül Alper, 13 Şubat 2008 Çarşamba


-------------------------------


Ellerine saglik çok guzel olmus



Ali Meriçboyu, 13 Şubat 2008 Çarşamba


---------------------------------



Ben de Aydın abimiz nerelere kayboldu diyordum. meğer yoğun bir çalışma içindeymiş. Blog'unuzu inceledim, çok beğendim. Yorum bile yazdım. Hayırlı olsun blogunuz.



Çok güzel olmuş. Ellerinize, emeğinize sağlık. Ben de sizden gelen mailleri güzelce derleyip, bir directory açıp saklamaya çalışıyordum. Ama böylesi çok daha güzel oldu ve size çok yakıştı. Sevgiler,



Yelda Dürüşken, 13 Şubat 2008 Çarşamba


-------------------------------



Merhaba Aydin bey,



Dun sayfaniza hizli bir bakis attim, simdi biraz daha bakacagim. Cok guzel olmus ellerinize saglik



Oldukca emek harcamissiniz. Harika gorunuyor



Sevil İnci Cankurt, 15 Şubat 2008 Cuma


---------------------------



Nefis bir arşiv..paylaştığınız için teşekkürler..Saygılar..



Ayfer Çırak, 15 Şubat 2008 Cuma


----------------------------------



Sevgili Ataberklerimiz Bu kadar güzel resimleri bulmak eskiyi bizlere yaşatmak breh breh (Bu aferin demektir.)Ben torunlarla Erim babamla meşgul olduğu için of günümde temiz bir nefes oldu.Her ikinizide öpüyoruz ilk fırsatta buluşmak dileğiyle. Nur. Erim dede(artık amca değil.)



Nursal Tarhan, 15 Şubat 2008 Cuma


------------------------------


Ozenle hazirlanmis bir blog...Teknik olarak kusursuz..Her sayfasini dikkatle okumak gerek...Hazirlayanin eline saglik...



Yorumkar, 12 Şubat 2008


--------------------------------------


Aydın Ataberk'in eseri, beni de çok etkiledi.


Ahmet Kuzucu, 26 Subat 2008 salı