Okul günlerimiz, gençlik yıllarındaki anılarımız ...

Merhaba, yazılarımı paylaşabilirsiniz, sonuçta paylaşmak için yazıldılar... Ancak lütfen emeğe saygı gösterin, isimsiz kullanılmalarına müsade etmeyin.

İlginize teşekkür ederim.


Pazarlama semineri


26 Şubat 2009 perşembe günü, Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu, Pazarlama bölümünün davetlisi olarak, bir seminer sunmak çok kıvanç vericiydi.

Saatler tam 10.00'u gösterdiğinde, Öğretim Görevlisi Dr. Sıdıka Parlak söz alarak, konuşmacının özgeçmişini aktardı; Aydın Ataberk'i kürsüye davet etti.

 


Etkileşimli ve uygulamalı "Pazarlamada Başarılı İlişkilerin anahtarı" semineri, birer saatlik üç bölüm halinde programlanmıştı. Birinci bölümde "ismin", "resmin", "imzanın" ve "sosyal kulübün" pazarlamadaki önemi, örneklerle vurgulandı; öğrencilerin deneyimleri paylaşıldı.



İkinci bölümün konusu "Pazarlamada Yazılı İletişim"di. Katılımcılardan, birer "iş mektubu" yazmaları istendi. İkinci sınıfta olan öğrencilerden hiçbiri, bugüne kadar bir iş mektubu yazmamıştı. Henüz geç kalmış sayılmazlardı. İşe koyuldular.



İlk bakışta çok kolay gibi gözükse de, bir sayfalık bir yazı, öğrencileri oldukça zorladı. Kolay değildi; onlardan, bir şirketin "Pazarlama Direktörü" olarak, ürünlerini satmayı düşündükleri uluslararası bir şirketin "Satınalma Direktörü"ne mektup yazmaları bekleniyordu.



Önce isim mi, ünvan mı yazılacaktı; yoksa imza mı atılacaktı ? Yazıya nasıl referans verilecekti ? Hitabet nasıl başlayacaktı ? Girintili paragraf mı iyiydi , blog paragraf mı yazmalıydı ? Tarih nereye yazılacaktı ? Referans listemizi, ürün fiyat listemizi, teknik çizimlerimizi nereye koyacaktık ? Kalite güvencemizi nasıl vurgulayacaktık ?



İlk defa yazılan bir iş mektubunda, bütün unsurların yerli yerinde olması beklenemezdi. Her mektup değerlendirildi; gerçek iş mektupları üzerinde çalışma yapıldı; iyi ve kötü örnekler incelendi.



Üçüncü bölümün konusu "Pazarlamada sözlü iletişim"di. Bu bölümde, sunucu, katılımcılardan önce, birer sözcüğü, kendinden yapışkanlı kağıtlara yazarak, tahtaya ters yapıştırmalarını, sonra, ikinci bir kağıda isimlerini yazarak yapıştırmalarını istedi.



Beyaz tahtanın sol bölümünde "CEO"lar, sağ tarafta ise, piyasaya yeni sürülecek olan "ürünler", "Basın Toplantısı" örneklemesi (simülasyonu) yapmak için hazırdı. Sunucu önce, tahtadan bir CEO'nun ismini çekecek; gelen CEO sağ taraftan bir ürün seçecek; bu ürün hakkında, üç dakika boyunca basına brifing verecek; daha sonra, katılımcılar, basının çeşitli bölümlerinin rolünü üstlenerek, CEO'ya soru soracaklar; bölümün sonunda, CEO yerine otururken, bir başka kişinin ismini seçecek; bu böyle devam edecekti.



Basın toplantısı için kürsüye oturan "CEO"ların grurunu görecektiniz ! Değme Genel Mudür'lere taş çıkartırcasına, rollerine bürünüverdiler. Her ne kadar, konu hakkında hazırlık yapacak zamanları yoksa da, piyasaya sürecekleri yeni "3 Boyutlu gözlük", "Tükenmez kalem", "Yaprak", "Acı biber" gibi konularda, büyük bir ciddiyetle basına bilgi verdiler.



Salondaki diğer katılımcılar da, "Basın" rolünü çok güzel özümsemişlerdi. Aralarında kimler yoktu ki ? Ayşe Arman mı ararsınız, Cumhuriyet gazetesinin baş köşe yazarını mı ararsınız, hepsi oradaydı.



Seminerin sunucusu Aydın Ataberk ve Pazarlama Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Sıdıka Parlak, bir kenardan, tüm konuşmaları, can kulağıyla dinlediler.



Seminerin önceden öngörülen süresi sona ermesine rağmen, uygulamalardan çok keyif alan öğrenciler, oybirliği ile öğlen yemeği arası verilmesini istemediler; yemeklerinden fedakarlık ederek, seminere devam edilmesini önerdiler.



İlk defa "CEO" koltuğuna oturan öğrenciler, bu durumun biraz tedirginliği içindeydi. Kalemle oyandılar; koltuklarını ileri geri salladılar; Basın'dan soru gelmemesini dilediler.



Oysa ? Oysa, her zaman olduğu gibi, Basın cok ataktı. Soru üzerine soru geliyordu. Eller "ısrarla" havaya kalkıyordu. Onlar, toplumun sözcüsüydüler. Soracak çok şeyleri vardı.



Bazı "CEO"lar, köşeye sıkıştırıldıklarını hissetiklerinde, Basın'ı zorla susturmaya kalktılar; güler yüz ve kibarlık bir kenara bırakıldı; diktatörce yöntemlerle sorular engellenmeye çalışıldı.



Saatler 13.00'ü gösterdiğinde, üç saatlik süre, göz açıp kapatıncaya kadar geçmiş; ne ara verilmiş, ne de yemeğe çıkılmıştı. Dr. Sıdıka hanım, öğrencilerin alkışları arasında, teşekkür belgesini takdim etti.



Bir güzel gün daha sona ermiş; öğrenciler "Pazarlama Direktörlüğü" ve "CEO"luğu tatmış, Sıdıka hanım, katılımcıların ilgisinden kıvanç duymuş, sunucu da "yarının yöneticileri"ne katkıda bulunmaktan mutlu olmuştu.



Cumalıkızık


7 Şubat cumartesi günü, bizi ziyarete gelen kızım ve damadımla birlikte, Bursa'nın en özgün köylerinden Cumalıkızık'a bir foto-safari düzenledik.
 


Kızım İpek ..........



.......... damadım Serdar ..........



.......... ve ben ..........



.......... minik rehberimiz Şule'nin anlattığı tarihçeyi dinledikten sonra ..........



.........700 yıllık Cumalıkızık'ın sokaklarında ........



.......... ağır adımlarla dolaştık; ..........



.......... yüzlerce kareyi, özenle fotoğrafladık; her kareyi, iyisiyle, kötüsüyle, tek, tek değerlendirdik !



Biz bu geziden pek keyif aldık. Dileriz sizler de fotoğraflardan benzer keyfi alırsınız. Peki, fotoğraflar nerede mi diye merak ediyorsunuz. İşte, aşağıdalar !



Eski fotoğraflarla, film afişleriyle kaplı bir pencere



Cumbaları, taş duvarlarıyla tipik bir köy sokağı



Dar sokaklar, yalnız insanların geçişine yol veriyor



Bazı yapılar, zamana karşı dayanamamış



Köyde eskiden kullanılan eşyalar, şimdi meydanlardaki tezgahları süslüyor.



Yüzlerce yıllık yapılar, bize geçmişte yaşananları fısıldıyor.



Köyde ekmek, hala geleneksel yöntemle yapılıyor. O kadar da güzel kokuyorlar ki !



Görenlere nostalji yaşatan bir oyuncakçı.

Güzel bir günü daha geride bırakıp, şehir hayatının kargaşasına dönüyoruz.



En güzel günlerimden biri

4 Şubat 2009 çarşamba günü, en güzel, en anlamlı, en huzurlu günlerimizden biriydi.

Gelin, size nedenlerini anlatalım.




2008 yılının Aralık ayında, bayramlaşmak üzere, Bursa'nın dağ köylerini ziyarete gittiğimizde, çok ama çok fakir köyler ve köylüler görmüştük. Yüreğimiz burkulmuştu. O günden beri içimiz, içimizi yiyordu. Onlar oradayken, biz burada rahat oturamazdık. Birşeyler yapmamız lazımdı. Bursa Büyükşehir Belediyesi Yerel Gündem 21 Arazi ve Su Kaynakları Grubu Sorumlusu Ayhan Sarıbıyık ile birlikte ailelerimizden, komşularımızdan, tanıdıklarımızdan, kullanım dışı kalmış giysileri topladık. Onları koli ve torbalara doldurduk. Aracımızın bagajına istifledik.



Havanın da güzel olmasından yararlanarak, 4 Şubat 2009 çarşamba sabahı, yollara koyulduk. Güler yüzlü bir güneş, temiz bir hava, mavi ve bulutsuz bir gökyüzü, cıvıl cıvıl öten kuşlar, karlı tepeleri çerçeveleyen çam ağaçları ve daha bir sürü güzellik, bizleri bekliyordu.



Orhaneli'ne gelirken, mutlaka mola vermeliydik. 2007 yılının 8 Eylül'ünde, büyük bir coşkuyla temellerini attığımız "GSL 97ci dönem ormanı" yolumuzun üzerindeydi. Tabelamız, güneş ışınları altında, pırıl, pırıl parlıyordu. Tahminlerimizin aksine, üzerinde, hiçbir zedelenme ve bere izi yoktu. Gururla göğsünü germiş 10.000 küçük çam fidanı, yoldan geçenlere "Dur yolcu ! " diyordu. "Biz buradayız".



Hemen aracımızdan inip, fidanlarımızın, "yavrularımızın" yanına koştuk. O kadar şirin olmuşlardı ki ! Henüz 1 yaşlarını yeni doldurmuş olmalarına rağmen, kışın kar örtüsü, yazın güneş ışınları, dağın temiz havası, onlara yaramıştı. Neredeyse, birçoğu 20-25 santim olmuştu. Gözlerimize inanamadık. Daha büyükleri de vardı. Kimbilir, beş sene sonra, boyları, boyumuza geldiklerinde, ne kadar sevinecektik !



Yolumuza devam ettik. Bursa'dan yaklaşık 75 km kadar yol almıştık. Yükselmiştik. Demirci köye geldik. Demirci köyde, bir zamanlar 200 hane kadar varmış. Şimdi, 65 haneye kadar düşmüşler.



"Terkedilmişlik" köyün her adımında belli oluyordu. Gençler, onları esir alacak şehir hayatına doğru kaçmışlardı. İhtiyarlar ise, köylerini terketmiyorlar ama, zaman içinde gittikçe azalıyorlardı.



Taş merdivenler, tahta kapılar, bir zamanlar direk görevini üstlenen kütükler,.... ellerinden geldiğince, zamana karşı direnmeye gayret ediyorlardı.



Köyün muhtarı da, o gün için şehire inmişti. Köyün imamı Ahmet ağa bizleri karşıladı. Köyde kalan birkaç delikanlı ile selamlaştık; sarmaş dolaş olduk; hal hatır sorduk. Nerden geldiğimizi sordular. Anlattık.



Önce, bizlere, biraz köylerini gezdilermelerini rica ettik. Geçtiğimiz sokaklardaki yapılar, bize sessiz çığlıklar attılar. Canlı birer varlıkmışcasına, bizi selamladılar.



Bütün "el değmemişliklerine rağmen" bazı evlerde, hala yaşayanlar vardı. Bunu, içeriden gelen süpürge seslerinden, kırık tahtalara asılan yıkanmış elbiselerden anladık. Onları rahatsız etmemek için, kapılarını çalmadık. Sessizce uzaklaştık.



Kapı önündeki ayakkabılar, bize bütün gerçeği anlatıyordu. Bazı teyzeleri yalın ayak görmüştük. Bazıları ise, Şubat ayında, yaklaşık 1600 metre rakımlarda, lastik ayakkabı giyiyordu. Doğru bir yere geldiğimizi, doğru bir seçim yaptığımızı anladık.



Köyde, ilginç yapılar gördük. Bunlar, daha yeni yapılardı. Daha bakımlıydılar. Evlerin yanında ama ayrıydılar. Ne olduklarını sorduk. "Ambar" dediler. Bizim bildiğimiz lisana "kiler" olarak çevirmek daha uygun. İçeriye bir göz attık. Birbirinin içine geçen odalar var. Eğilerek giriliyor. Evin dışında oldukları için, soğuk, dolayısıyla korumalı oluyorlar. Bir nevi "doğal buzdolabı" diyebilir miyiz ? Bazılarının önünde teraslar ya da banklar var. Oturup, biraz soluklandık.



Köyü gezerken, İdris amcayla karşılaştık. İdris amcanın belinde, kayış yerine, bir urgan var. O da kısa kalmış. Dizleri yamalı. Pantalonunun önü kapanmıyor. Ama yüzü güleç. Ne yapsın ki ? "Ah" dedik "Ah"; "Keşke, sonsuz olanaklarımız olsa da, elimizden gelen her türlü yardımı yapabilsek !"



İdris amcayla önce, iki elimizle tokalaştık. Sonra, kaynaştık. Birbirimize sarıldık. O bizi, biz onu, çok iyi anlıyorduk.



Biraz ileride, taş bir bina gördük. Neresi olduğunu sorduk. "Çamaşırhane"ymiş. Köylüler, çamaşırlarını topluca, burada yalaklarda yıkarlarmış. Bizim geldiğimizi gören, köyün kadınları, sessizce, orayı terketmişler. Bizler "Yabancıydık". İçeriye bir göz attık. Kadınlar, kırptıkları yünü yıkıyorlarmış. İşleri, bizim yüzümüzden, yarım kalmış. Biz sorumluyduk. O zaman ? İş başa düştü. Becerebildiğimiz kadarıyla, yünleri biz yıkamaya başladık.



İşimizi bitirip, dışarı çıktık. Ömer dayı, bizi dışarıda bekliyordu. Ömer dayıyı görünce, ne yalan söyleyelim, "İstiklal harbi zamanlarını" anımsadık. Öyle bir izlenime kapıldık. Belki de, çizmelerinin içine sokmaya çalıştığı keçe pantalonu, bize bunu çağrıştırıyordu.



Ömer dayının ailesiyle tanıştık. Aile dediğimize bakmayın. Bizi gören kadınlar, tekrar eve giriyorlardı. Yeğenlerine ve yeğenlerinin çocuklarına sarıldık.



Kuru, kuru köyü gezmek olmazdı. Bizim de bir yararımız dokunmalıydı. Ne yapabilirdik ? Bir kenarda, yarısı kesilmiş, odun yığınlarını gördük. Eh, elimiz ojeli mi diyecektik ? Kaptık baltayı; birkaç kere salladık. Yarısı kütüğe, yarısı boşluğa gelse de bizim içimiz huzurluydu.



Sıra, en önemli ana gelmişti. Yanımızda getirdiğimiz giysileri, onları kırmadan, üzmeden, utandırmadan vermeliydik. Çocuklar hemen etrafımızı sardı. Tişortları, birer birer denemeye başladılar. Onları görmeliydiniz. Sanki bayram gelmişti. Koliden çıkan "tertemiz" giysileri gördükçe, gözleri parlıyordu.



Bazıları biraz "büyükmüş". Ne önemi vardı ? Yeniydiler, temizdiler, sıcaktılar.



Yandaki evden, hemen taze ayran geldi. Buzdolabındaki yoğurttan yapılmış olmalıydı. Soğuktu. Güzeldi. Onları kıracak mıydık ? Zaten susamıştık. Ayran, dostluğun simgesiydi.



Demirci köy ile vedalaşıp, yola devam ettik. Bir süre sonra, uzaktan Karasi (Yazıcı köy) gözüktü. Köyün yapısı çok ilginçti. Evler bir yamaca yapılmıştı. Hiçbir ev, bir diğerinin görüşünü engellemiyordu. Yamaç köylerinin bir çoğunda, bu özelliğin olduğunu sonradan farkettik.



Karasi köyü, daha da yoksuldu. 35 haneye kadar düşmüşlerdi. Köyde, neredeyse, hiç genç yoktu. Evler ? Evlerin "kaderlerine terkedilmişlikleri" o kadar belliydi ki !



Görüntülemek için bile "bazı merdivenlere" çıkmaya cesaret edemedik. Kimbilir, ne güzel günler görmüş, geçirmişlerdi ! Dilleri olsaydı da bir anlatsaydılar bizlere !



Köye gelinir de, eşeğe binilmez mi ? Biz de, eşeğe binmeye cesaret ettik. Bu konuda deneyimimiz olduğunu hiç söyleyemeyiz. Arkadaki eşek boş olmasına rağmen huysuz olduğu için, dede, zıpkın gibi delikanlı çevikliğiyle, öndeki eşekten bir çırpıda atlayıverdi; ite, kaka, destekleye, çekeleye, bizi kendi eşeğine oturttu.



Eminim ki, acemiliklerimizi izleyen, tepedeki taş evler, sessiz, sessiz bize gülüyorlardı.



Muhar Halil dayı, büyük bir samimiyetle bizi karşıladı. Geleceğimizi biliyordu. Bekliyordu. Halil dayı, Ocak ayının ilk haftası içerisinde eşini kaybetmişti. Başsağlığı diledik. İki kızı, iki oğlu varmış. Üçü evliymiş. Hepsi şehirdeymiş. Halil dayı, koskoca evde, yalnız yaşıyormuş.



Eve girince, yorulduğumuzu hissettik. Kerevet de vardı ama, kendimizi, kuzinenin karşısındaki minderlere atıverdik. Hani içimizden de, "kimse olmasa da şurada kıvrılıversek" diye geçirmedik değil.



Halil dayı, onun için getirdiğimiz koliden, paltoyu çıkarmış, bir askı ile, evin en mutena köşesine özenle asmıştı. Ne kadar hoşuna gittiğini, ayrıca, söz ile söylemesine gerek yoktu.



Vakit ilerlemiş, karnımız iyica acıkmıştı. Halil dayı, büyük bir misafirperverlikle bizi evine davet etmişti ama, eşini yeni kaybetmiş olan muhtardan, mükellef bir sofra kurmasını beklememiz kadar anlamsız birşey olamazdı. İzin alarak, hemen kümese koştuk. Tavuklar "kırmızı ibikli horozlarının gözetiminde" gübrelikte eşiniyorlardı. Hakiki köy yumurtalarını kapıp ....



..... küçük tüpün üzerindeki sahana koştuk. Yağ kızmaya başlamıştı. Becerebildiğimiz kadarıyla yumurtaları kırdık. Şehirliler, içindekine "sarı" derler ya, bu yumurtaların içi "turuncuydu". Ekşi mayalı köy ekmeğinden koca dilimler keserek, afiyetle karnımızı doyurduk. Halil dayı da, kendi elleriyle bize çay yaptı. Ayıptır söylemesi, üçer bardak içtik.



Evlerinin altı "ağıl"mış. Bakmak istedik. Bir de ne görelim ? O gece doğmuş, daha doğumunun üzerinden 24 saat geçmemiş, mini mini, minnacık kuzular yok mu ? Sevimli mi, sevimli ! Göbek bağları henüz düşmemiş. Anneleri, diğerleriyle beraber otlamaya gitmiş. Henüz adı bile konmamış kuzuyu kucağımıza aldık. Tüy kadar hafif. Sevmeye doyamadık. Kokladık. Kulağına güzel sözler fısıldadık.



Gözümüz, ağılın karanlığına alışınca, orada daha bir sürü kardeşini gördük. Başladı bir kovalamaca. Ya, hepsi dönüp bize bakıyor; ya, hepsi etrafımızda fırıl, fırıl dönüyordu. Bu kadar mı şirin olabilirler ?



Artık aşkam olmaya başlamştı. Odun kesmeye uzaklara giden köylüler yavaş, yavaş köylerine, evlerine dönüyorlardı. Bizim de dönüş vaktimiz gelmişti.




Güneş yavaş yavaş alçalıp, yerini gölgelere bırakmaya başladığında, biz de dönüş yolculuğuna başladık.

O gün, hayatımızdaki en güzel günlerden biriydi. Onlar mutluydular, biz mutluyduk. Yeni yerler görmüş, yeni dostluklar kurmuştuk.

O gece, rüyamızda, oralara yeniden gideceğimizden emindik.



Google
 

Sizlerden Gelenler ;

Sevgili Aydın; ağabeyin Mehmet'in Galatasaray Lisesinden sıra arkadaşıydım. Hatırlayacağını zannediyorum. Ayrıca bir de rahmetli Rahmi Ertin ortak dostumuzdu. Damadım ile kızımın sevgili amcaları idi. Uzun yıllar sonra, Mehmet'le buluştuk. İnşallah seninle de görüşürüz. Anılara Yolculuk siten, çocukluk ve ilk gençlik yıllarımdan, hayallerimde bile unutulmuş güzellikleri yeniden yaşamamı sağladı. Eline ve o güzel yüreğine sağlık. Görüşmek dileğiyle. Sevgiler.


Altuğ İşmen, 1 Mart 2010


----------------------------------------------------


Sayın Aydın Ataberk,


Çok çok güzel olmuş ellerinize ve emeklerinize sağlık. Eski bir İhsan Çizakcalı olarak ayrıca şu anda merhum abeyimin de çizakcanın ilk öğrencilerinden olması dolayısıyla eski Bursa'yı ve okulumu, yazılarınızda tekrar yaşamış oldum. Size minnettarlığımı ve şükranlarımı sunar çalışmalarınızda başarılar dilerim.Saygılarımla


Erhan Kurtulan, Elk.Müh., 17 Aralık 2008


-------------------------------------------------------


Sevgili Aydin,



Muhtesem bir eser yaratmissin. Seni kutlarim. Beni Ekvator Gine'sindeki yamyamlarin arasinda aglatmayi basardin. Saatlerce tek tek butun belgelere baktim. Tombul yanaklarindan opuyor ve seni tekrar kutluyorum. Artik bu birikimleri koyacagimiz bir web sitemizin olmasi gerekiyor. Ben de onu organize edeyim. Senin bu muhtesem birikimlerinle cok guzel bir siteye sahip olacagiz. Yakinda www.gsl97.org aramiza katilacak.



Seni sevgiyle kucakliyorum.



Mahmut Melih Kayahan, 9 Aralık 2008


---------------------------------------------------------


Sizlere tesadufen ogrendigim Sn Aydin ATABERK tarafindan hazirlanmis bir site adresi iletiyorum. İzlemeniz tavsiye olunur, harika bir calisma olmus. Ellerine ve yuregine saglik....


Öznur Dere, 24 Eylül 2008


--------------------------------------------------------------Sevgili Aydın bey, anılara yolculuk Blogunuzu inceledim. İnanılmaz bir şey. Ne çok emek var. Ben sizden daha genç :) olduğum için eskiye ait yazı ve görüntülerin bir kısmını özel yaşantımdan hatırladım ama çoğunu da geçmişe olan özel ilgimden dolayı hatırladım. Çok duygulandım. Ne olur bu yaptıklarınızı daha çok insan duysun, sizi daha çok insan tanısın. Sizi tanıyan bir kişi olmak benim için ne şans. Sizi çok seviyorum. Saygılarımla,


Sıdıka Parlak, 24 Eylül 2008


-------------------------------------------------------------Aydin Bey Gunaydin ,



Ellerinize saglik, soyle bir goz atabildim henuz, ilk firsatta satir aralarinda kaybolmak isterim .



Ozellikle benim icin de sizi tanimak cok buyuk bir sans .



Saygilar, Sevgiler,



Sibel Birçiçek, 25 Eylül 2008


-------------------------------------------------------------Sevgili Aydın ağbey,



Bize tekrar muhteşem bir yolculuk yaptırdın güzel anılara.Ellerine sağlık ağbey bize böyle nefis güzellikler yarattığın için.


Sevgiler, saygılar



Sinan Acarel, 25 Eylül 2008


------------------------------------------------------------Sevgili Kardesim Aydin,



Candan tebrikler! Iyi ki boylesine guzel sunulan ve ozlem degeri yuksek anilarini bir gunlukte topladin ve e-postalarda kaybolmamalarini sagladin.



Daha nice 5000'lere! Gerek icerik gerek sunudaki nitelik ilgiyi kendisi yaratiyor. Ne mutlu bizlere, ayni ailedeniz!



Sevgilerle,


Tuncer Ören (1955), 26 Kasım 2008


-------------------------------------------------------------Aydın Bey günaydın



Sizi kutluyorum. Bu azminiz ve paylaşma isteginiz hiç eksilmesin, artsın….



Selamlar



Mustafa GEYVE, 26 Kasım 2008


---------------------------------------------------------------


GÜNAYDINLAR AYDIN ABİCİĞİM; NASILSINIZ?? "ANILARA YOLCULUKTA" DAHA 10 000'Cİ, 50 000'Cİ , 500 000'Cİ ZİYARETÇİLERE ULAŞMANIZ DİLEĞİYLE. BEN BÜTÜN KALBEMLE İNANIYORUMKİ AYDIN ABİMİN KALEMİNİN YALINLIĞI, SADELİĞİYLE ULAŞILABİLİR. YAZILARI OKURKEN DALIP BİR YERLERE GİTMEMEK İMKANSIZ.. SEVGİLER,SAYGILAR


Şükran Durgan, 26 Kasım 2008


---------------------------------------------------------------Sayin Aydin agabey



Boylesine guzel, degerli bir birikimi bir araya getirdiginiz ve bunu hazine degerindeki bir belgesellige donusturdugunuz için sizi kutlarim. Müzik dersini gösteren fotografta, sag basta yer alan muzik ogretmeni, Almanya'da muzik egitimi gormus, oglu da bir donem unlu bir fagotcu olan rahmetli Enver Haraçci hocamizdir. Karli kis gunlerinde, Ortakoy'de okulun onunden denize girer ve esasli bir sekilde yuzerdi.



Grand Cour'da hocalar maçini gosteren fotografin sag tarafinda en bastaki siyah formali adi yazilmamis ogretmen de, Galatasaray Ilkokulu yavrukurtlari baskurtu ve de 1950'li 60'li yillarda Ortakoy'de ogretmenlik yapmis olan Huseyin hoca'dir.



Saygilar, sevgiler



Turgay Tuna 102, 26 Kasım 2008


------------------------------------------------------------Sevgili Aydin Kardesim,



Gercekten bir "online GS müzesi" yaratmisin, eline saglik ve tebrikler !



Ender Enön ( 94 x1962), 26 Kasım 2008


-------------------------------------------------------------Çok güzel, çok sevindim.. Tebrik ederim Aydın Bey.



Çok çok daha fazla kişiye ulaşması dileğiyle. Çünkü gerçekten çok güzel bir çalışma.



Sevgi ve Saygılarımla



Gizem Ertürk, 26 Kasım 2008


------------------------------------------------------------Sayın Aydın Ataberk,


Doğum yerim Bursa anılarına yaptığım gezintide, sizin de benim gibi halamın gelin gittiği konakta kurulan "Özel Yeni Okul"dan mezun olduğunuzu öğrendim. Yalnız ben 1957 mezunuyum.... Ne yazık ki daha sonra kurulan İhsan Çizakça Kolejinin kapandığını öğrendim. Merhum İhsan ve merhume Süheyla Çizakça'nın ruhları şad ve mekanları cennet olsun!Selamlarımla,


Beyza Üntuna, 28 Kasım 2008


Türkiye Cumhuriyeti, Atina-Pire Başkonsolosu


-------------------------------------------------------------



Sevgili Aydın agabey ;


Henuz sadece ıkı bolumu okudum . Ikıncı bolum ozel ılgı alanıma gıren oyuncaklardı . Gecmıse donup o yokluktakı zenginliklerimizi hatirlamak çok güzel . Bir kez daha tesekkür ederim . Bence oyuncak dostu ve oyuncak müzesinin kurucusu sevgili Sunay Akın'la temasa geçip O'nun da sitene ulaşmasini saglarsan çok mutlu olacaktir .Sevgi ile kalin


Bünyat AKIN(104-106 V.S.), 14 Şubat 2008


------------------------------


Degerli Kardeşim



Erol Günaydın ın arkasındaki ben Mehmet Ali ve yanımda Özer Berkay dan tebrikler,selamlar,sevgiler,ellerinize saglık.Özer Berkay ve ben GSLAAG den ayrıldık,resimde gördügünüz oturan GS a hizmet eden üç kardeşimize madalya ve plaket verdik.Tahminen 40 ın üstünde agabeyimiz,okul müdürümüz Meral Mercan ,kıymetlı GS lılar bu madalya ve plaketleri aldılar. Resim o tören sırasında çekildi.



Bilgisayar kullanmada cok acemiyim,ancak daha çok gencim yaşım 73 yavaş yavaş öğreneceğim...



Lütfen gslaag ye girin,orada devrelere girin,gsl55.free.fr dan hatıralara girin 2 sahife Necdet Mahfi Ayral ın kızı Jeyan hanımefendinin bana hediye ettiği üç albüm resim ve efemeraları tetkik edin.Bunlarıda dilerseniz kullanabilirsiniz.



İyi günlerde görüşmek dileklerimle.



M Ali Zeren, 17 Şubat 2008


----------------------------------


Aydin agabey,



Dun gslaag sitesinde, yazilarinizda gezindim. Site harika, yazilariniz enfes, onlari toplanmis ve guzel sunulmus gormek icimi isitti. Hem sitenizin hem yazilarinizin duyurularini tekrar tekrar yapmaliyiz orada. Yapacagiz zaten. Dun bunu dusundum. Ilk olanakta ben de gerekeni yapacagim. (ilk vaktim oldugunda yani, affedin beni bu nedenle)



Saygilarimla.



Gün ARUN 113, 25 Şubat 2008


-----------------------------------



Aydin Bey merhaba


Hazirladiginiz sitenin öncelikle Bursa sayfasini, daha sonra da müzik sayfalarini ve digerlerini inceledim. Paylastigimiz noktalari da gördüm. Böyle bir ise zaman ve emek harcamak, bunlara derlemek takdire sayan. Sizi kutluyor ve tüm günlerinizin bu sekilde verimli olmasini diliyorum. Selamlar.Mustafa GEYVE, 2 Mart 2008


-------------------------------


Sayin Ataberk,



Blogunuz cok hosuma gitti.



22 sene evvel biraktigim dunyanin en guzel sehri Istanbul'u bana tekrar gezdirdiniz.



tesekkur ederim



selam ve saygilarla



David Hasday



New York, 7 Mart 2008


-----------------------------------


Sayın Ataberk,



Biraz önce oğlumun haber vermesiyle sitenize baktım. Elinize sağlık, kutluyorum. Ben de, unutulmuş, unutulmaya yüz tutmuş güzelliklerin arayışı, duyurulması çabasındayım. Blogunuzda sergilediğiniz bilgilere, belgelere kendi genelağ yerimde yer vermek, beni, ziyaretçilerimi pek sevindirecek, mutlu edecek. Bilmem izninizi alabilir miyim?



Bu arada belirteyim, ilgilendiğim konular arasında dilimiz, müzik, yazın, sinema önde geliyor. Sinemayla ilgili bir kitabım (http://www.pandora.com.tr/urun.asp?id=110695 ), araştırma yazılarım, senaryolarım, öykülerim vb. var. Bir göz atabilirseniz, http://www.ilgilik.net/ size bir fikir verebilir sanıyorum.



Başarılarınızın artarak sürmesi dileğiyle selamlarımı, saygılarımı sunuyorum.



İnal Karagözoğlu, 10 Mart 2008


----------------------------------



Aydın Abi,



Tesadüfen



”Anılara Yolculuk”



Bloguna takıldım.



Bir defada keşfedilemez.



Dönüp dönüp bakacağım.



Teşekkürler.



Çok yaşa emi.



Sevgiler,



A.Şeref Türkmenoğlu, 22 Mart 2008


-----------------------------


Emeklerinize saglik, cok guzel olmus. Bir IEL ve ITU mezunu olarak da ayrica gurur duydum:) Saygilarimla,



Aydin Gurel, 23 Nisan 2008


-------------------------


Merhaba Aydın Bey,



Anılarda yolculuk sayfalarında gezinirken çocukluğuma gittim 4-5 yaşlarındaydım ve ilk defa film makinası görüyordum,İstanbul'dan Niyazi Dayı gelmişti ,Seher Nenemin kireç badanalı duvarına bir bez gerildi ve sizin eşinizin ve çocuklarınızın görüntüleriydi izlediklerimiz.Babanız parmaklarımı tutar birşeyler yapar hep eksik sayardı parmaklarımı onu güleryüzlü ve kocaman bir adam olarak hatırlıyorum çocukluğumdan.



Ben kimmiyim? ben Ümit Arıcan'ın küçük kızı Safinaz'ım,her ne kadar hiç tanışmamış olsakta selamlar sevgiler...



Safinaz KAROL, 31 Ekim 2008


-------------------------------



Ağbi bu güzel sayfalarına bakmak saatlerimi aldı. Yapması kim bilir ne kadar zaman ve emek gerektirmiştir.Ailem 1965'de Bursaya taşınmıştı. Abdal Köprüsünün 5-6 ev yakınına. Heryer gibi oralar da artık tanınmaz olmuş. O yıllarda köprü sayfandaki (daha önce görmediğim) o resmine benziyordu gene az çok.Güzel günler...


Murat Kalınyaprak 109, 1 Ekim 2008


------------------------------------



Aydın Bey sitenizi ziyaret ettim ve çok mutlu oldum. Lakin kendi çocukluğunun oyuncaklarını hatırlayıp bunu konu edip bugünün kuşaklarına aktaran maalesefki çok az büyüğümüz var. Yine maalesef ki geçmişe ait belleğimiz, sanki o güzelim oyuncakların yerine geçen modern oyuncaklarla birlikte yitip gitmaktedir.Aydın Bey, ben TRT çocuk televizyonu için eski ("Dedemin Oyuncağı) oyuncaklarımızı konu eden bir programın yapımcısıyım. Televizyonumuz Ekimde yayın hayatına başlayacaktır. Hazırlayacağım programda komuğumuza oyuncakla ilgili malzemeleri hazırlayarak ya da konuğumuzun desteğiyle; onun çocukluğunda yer etmiş bir oyuncağın yapım aşaması anlatımlı olarak gerçekleştirilecektir. Bu konuda önerilerinizi paylaşmanız bizi sevindirecektir. Yapımını bildiğiniz bir oyuncak varsa ve bunu bizimle program çekimiyle paylaşırsanız çok memnun oluruz. Şimdiden desteğiniz ve oyuncaklara olan duyarlılığınız için teşekkür ederiz, saygılar sunarız.


Engin Yıldız, 21 Eylül 2008


---------------------------------


Aydın bey günaydın,



sitenize meraktan hemen buradan bir göz attım. detaylı olarak evden bakacağız tabii. ellerinize ve yüreğinize sağlık diyorum. eski bursa ve istanbul resimleri çok ilgimi çekti. anlatımlarınızı da okuyacağım . tekrar teşekkürler. saygılarımızla,



Cenk Özçelik, 13 Şubat 2008 çarşamba


-------------------------------


Aydin Bey supersiniz !!!! tebrikler.



Ayşe Siner, 13 Şubat 2008 çarşamba


--------------------------------


Cok guzel. Super bir ani derlemesi. Size cok tesekkurler.Sanki o gunleri yasamis gibi hissettim. Sonsuz sevgi ve saygilarimla



Ali Rıza Tuğluk, 13 Şubat 2008 Çarşamba


----------------------------------


Harika bir site tebrikler tebrikler Aydın beyciğim cok yararlı ve enteresan. Bu sitenizinden faydalanabilecek ve memnunlukla takip edecek dostlar var acaba onlara da izninizle adresinizi iletebilirmiyim ?



Sevgiler ve tüm bu güzel şeylerin devamını getirmeniz dileyiğle



Fügen Evren, 13 Şubat 2008 Çarşamba


------------------------------------


Sevgili Aydın Ağabey;



Çok güzel bir site olmuş.Ellerinize sağlık ve teşekkürler. Saygılar.



Ahmet Dikencik, 13 Şubat 2008 Çarşamba


----------------------------------



Aydın Beycigim ,



bir ara sakin bir zamanda fırsat bulup okumak o güzel anlatımız esliginde kahvemi yudumlarken sizinle beraber gecmiste yolculuk yapmak isterim. Simdiden elinize, yureginize ve super hafızanıza saglık. Sevgilerimle



Özlem Şenkoyuncu, 13 Şubat 2008 Çarşamba


-------------------------------


Sevgili Aydın beyciğim merhaba.



Anılara yolculuk'ta İstanbul'un o eski günlerini sanki yeniden yaşıyormuş gibi keyif aldım. Biliyorsun ben GS lı değilim. 1970 Maçka mezunuyum. O yıllarda İstanbul bir başkaydı.



Geçen sene Sirkeci'deki Orient ekspres'te yaptığımız Eski dostlar yemeğine Yenikapıdan Sirkeciye yürüyerek gelmiştik.Bu yürüyüşten büyük keyif almıştım. Eski günleri ya'dederek beraberce yürümüş ve eski günleri anımsamıştık.



Anılara yolculuk için teşekkür eder, iyi çalışmalar dilerim.



Harun Masatoğlu, 13 Şubat 2008 Çarşamba


-------------------------------------


Aydin bey,



henuz tamamini okuyamadim ama okudugum bolumler ve fotograflar cok guzeldi.Elinize saglik. Selamlar



Sevgül Alper, 13 Şubat 2008 Çarşamba


-------------------------------


Ellerine saglik çok guzel olmus



Ali Meriçboyu, 13 Şubat 2008 Çarşamba


---------------------------------



Ben de Aydın abimiz nerelere kayboldu diyordum. meğer yoğun bir çalışma içindeymiş. Blog'unuzu inceledim, çok beğendim. Yorum bile yazdım. Hayırlı olsun blogunuz.



Çok güzel olmuş. Ellerinize, emeğinize sağlık. Ben de sizden gelen mailleri güzelce derleyip, bir directory açıp saklamaya çalışıyordum. Ama böylesi çok daha güzel oldu ve size çok yakıştı. Sevgiler,



Yelda Dürüşken, 13 Şubat 2008 Çarşamba


-------------------------------



Merhaba Aydin bey,



Dun sayfaniza hizli bir bakis attim, simdi biraz daha bakacagim. Cok guzel olmus ellerinize saglik



Oldukca emek harcamissiniz. Harika gorunuyor



Sevil İnci Cankurt, 15 Şubat 2008 Cuma


---------------------------



Nefis bir arşiv..paylaştığınız için teşekkürler..Saygılar..



Ayfer Çırak, 15 Şubat 2008 Cuma


----------------------------------



Sevgili Ataberklerimiz Bu kadar güzel resimleri bulmak eskiyi bizlere yaşatmak breh breh (Bu aferin demektir.)Ben torunlarla Erim babamla meşgul olduğu için of günümde temiz bir nefes oldu.Her ikinizide öpüyoruz ilk fırsatta buluşmak dileğiyle. Nur. Erim dede(artık amca değil.)



Nursal Tarhan, 15 Şubat 2008 Cuma


------------------------------


Ozenle hazirlanmis bir blog...Teknik olarak kusursuz..Her sayfasini dikkatle okumak gerek...Hazirlayanin eline saglik...



Yorumkar, 12 Şubat 2008


--------------------------------------


Aydın Ataberk'in eseri, beni de çok etkiledi.


Ahmet Kuzucu, 26 Subat 2008 salı