Kitap bizim her şeyimizdi !
16 Temmuz 1969 gününü hiç unutmam. 22 yaşındaydım. Üniversitenin üçüncü sınıfının yaz tatilindeydim. Akrabalarımızın yanında, Güllük'teydik. Gece ilerlemişti. Saat 22.00 civarı olmalıydı. Hava oldukça sıcaktı. Yıldızlar pırıl pırıldı. Deniz kenarında, tahta bir iskelenin üzerine oturmuş, ayaklarımızı denize doğru sallandırmıştık.Transistorlu bir radyodan, spikerin heyecanla anlattıklarını dinliyorduk. İnsanoğlu aya ilk defa aya ayak basacaktı. Başımız gökyüzüne donuktu. Gözlerimiz aya sabitlenmişti. Neil Armonstrog, Edwin Aldrin, Michael Collins'le birlikte, Apollo 11'in içindeydik. Hiçbir şey görmüyorduk ama, olsun, gözümüzü kırpmadan aya bakıyorduk. Spiker anlatıyordu. Biz bakıyorduk. Ay örümceği, Huzur denizine indi. Nefeslerimiz tuttuk. Neil Armstrong ilk adımını attı. Tüylerimizin diken, diken olduğunu hatırlıyorum. Tarihi bir gün yaşıyorduk. Neil Armstrong, kendi için küçük, insanlık için büyük bir adım atmıştı. Bütün bu süre içerisinde, okuduğum kitaplar hiç aklımdan çıkmıyordu. Jules Verne'nin hayali gerçek olmuştu !
Bir açıdan, ağabeyimle ben, çok şanslıydık. Cağaloğlu'ndaki evimizin tam karşısında bir gazete bayii vardı. Doktor olan babam, hastalandığı zaman, o bayiiyi tedavi etmişti. Ücret almamıştı. Bayii de bu iyiliğe karşılık vermek istiyordu. Babam, her cumartesi günü, bayiideki çizgi romanların hepsini ödünç alır, bize getirirdi. Sayfaları "yırtmadan" okumamızı isterdi. Okuduktan sonra, dergileri iade edecektik. O zamanlar, fasiküllerin arası açılmamış olurdu. Fasikülleri yırtmadan itina ile açınca, bir gazete sayfası büyüklüğüne gelirdi. Bazı sayfalar ters, bazıları baş aşağı olurdu. Sayfa numaralarını takip ederek, bütün dergileri okurduk. Akşama doğru, babam, dergileri geri götürür, teşekkür ederdi. Ağabeyimle ben, dergi cennetinde büyüdük.
Superman; Clark Kent
Daha ilk sayısının, ilk sayfasından itibaren, Superman, hayallerimizi süslemişti. Asıl adının Kal-el olduğunu, halkın arasında kalın siyah gözlüklü gazeteci Clark Kent olarak dolaştığını biliyorduk. Biz biliyorduk ama, sevgilisi Lois Lane bilmiyordu. Superman çok iyi bir insandı. Herkese yardım ediyordu. Çoğu zaman da, dünyayı büyük felaketlerden kurtarıyordu. Düşmanları onun gücünü ancak bir şekilde durdurabilirlerdi: kriptonit taşı. Buna karşın Superman’in (dolayısıyla bizlerin) büyük güçleri vardı. Çizgi romanı okurken, biz de onun gibi, cisimlerin içini, dışını görebilir, uzak cisimlere zoom yapıp yaklaştırabilir, atom küçüklüğündeki cisimleri görebilir, gereğinde gözlerimizden yakıcı ışınlar çıkartabilir, karanlıktaki nesneleri görebilir, dünyanın herhangi bir yerindeki sesi işitebilir, bütün hayvan ve insan konuşmalarını karnımızdan taklit edebilir, istediğimiz zaman başkalarını hipnotize edebilir, fiziksel bütün zorluklara rahatlıkla dayanabilir, 100 ton ağırlığındaki bir yükü kolaylıkla kaldırabilir, flash gibi inanılmaz hızla hareket edebilir, güneşteki solar enerjiyi emebilir, zehir ve hastalıklardan hiç etkilenmezdik. Çizgi romanı okuduğumuz kısacık bir süre için bile olsa, bizim yaşımızdaki bir çocuk için, bundan daha güzel ne olabilir ki !
Davy Crockett sur la piste brulée, 1970
Davy Crockett'in maceralarıyla Amerika'ya kadar uzandık, kızılderililerle tanıştık. Biz, Amerika'yı ilk önce, çizgi romanlardan öğrendik. Onların kültürleri bizimkinden oldukça farklıydı. Kızılderililer, genelde mert insanlardı. Az ve öz konuşurlardı. Biz de onlar gibi, sağ elimizi havaya kaldırıp "Hugh" derdik. Soluk benizliler, onlara karşı çok acımasız olurdu. Durmadan hücum ederlerdi. O zaman da, kızılderililer çaresiz kalır, savaş baltalarını topraktan çıkartırlardı. Teneffüste ya da yaz tatilinde oynadığımız oyunların bazılarında, onları taklit eder, elimizi ağzımızın üzerinde titreterek "oyaooo" gibi sesler çıkarır, bulursak, ince dal ve iplerle ok ve yay yapar, kızılderili olurduk. Bazen de, sağ elimizin başparmağını kaldırır, işaret ve orta parmağımızı birleştirerek uzatır, diğer iki parmağımızı katlar, elimizle tabanca yapar, "cuvvv" "cuvvv" diyerek, Ranger'ler gibi ateş ederdik.
Biraz daha derin düşünecek olursak, bu kitaplar, biraz da bizim rehberimizdi; davranış bilimleri öğretmenlerimizdi. Ne Red Kit, ne Tenten, ne Asterix hiç yalan söylemezlerdi, her an yardıma hazırlardı, sigara içmezlerdi, korku akıllarından bile geçmezdi, cesaretleri bize örnek olurdu. Red Kit'in atı Düldül, Dalton'ların köpeği Rintintin, bize hayvanları sevdirmişti. Asterix ve Hopdediks arasındaki bağlılık, bize arkadaşlığı öğretmişti. Capitaine Haddock'un Mille Millions de Milles Sabords, Bande de Bachi-Bouzouks, Accapareurs, Amphitryon, Anacoluthe, Analphabète, Antropophage, Antropopiètique, Arlequin, Astronaute d'eau douce, Aztèques, Bande de brutes, Bande de canaques, Bande d'ectoplasmes de tonnere de Brest, Bande de zapotèques, Bougre de petit cornichon, Bougre d'olibrus, Cercopithèque, Cyrano à 4 pattes, Ectoplasme, Jus de réglisse, Marins d'eau douce, Moules à gaufres, Olibrus, Tchouck-tchouck-nougat, Tonnere de Brest, Zoulous .... küfürleri, fazla anlamasak da, bizleri çok güldürürdü. Çok sevimliydi, sempatikti.
Tenten ile birlikte, dünyanın bütün ülkelerini dolaştık; Tibet'e, Amerika'ya, Kongo'ya, firavunların diyarı Mısır'a, Japonya'ya, Kara ada'ya, Sahra çöllerine, Azteklerin ülkesine, hatta Ay'a bile gittik. Le trésor du Rachkmam le Rouge'da, Profesor Tournesol'un tek kişilik denizaltısına binip, okyanusların altında dolaştık.
Bu üçlünün (Tenten, Asterix, Red Kit) benim için değerini bilen kızım, geçtiğimiz günlerde, bu çizgi romanların, fransızca DVD'lerini armağan etti. Tüm seriyi, sakin bir ortamda, kulaklıkla dinlemek, bana çok ama çok keyif verdi.
Moby Dick, Hachette
Uzak denizlerde, ıssız adalarda, fırtınalı sularda geçen serüvenler bizi her zaman heyecanlandırırdı. Moby Dick de bunlardan biriydi. Moby Dick ile sonunu bilemediğimiz bir yolculuğa çıkmıştık. Essex gemisiyle önce, İspanya'ya, sonra Batı Afrika kıyılarına yöneldik. Rota değiştirip Güney Amerika'ya yelken açtık. Balina avlayarak, tehlikeli Ateş adasını ve Horn burnunu geçtik. Büyük okyanusa açıldık. Galapagos adalarına ulaştık. Kaptan George Pollard'ın intikam savaşında, biz, okyanusların beyaz devi Moby Dick'ten yanaydık. Moby Dick, bir macera romanından öte, felsefi anlamlar taşıyordu. Felsefeyi, insan ruhundaki fırtınaları, biraz da Moby Dick romanından öğrendik.
Büyük boy, kalın, kuşe kağıtlı, renkli ansiklopediler, çok pahalı olurdu. Harçlıklarımız onları almaya yetmezdi. Buna karşın, Beyoğlu binamızın ikinci katındaki kütüphanede bir çoğu bulunurdu. Öğle paydoslarındaki kısa sürede, onları seçer, sessiz ve sakin kütüphane ortamında, incelerdik. Kütüphane, akşam etüdlerinde de açık olurdu, ama o saatlerde, genelde, kütüphanede ders çalışır ya da sarı müsvedde defterindeki notlarımızı, temiz deftere aktarırdık. Encylopédie des Animaux, Encylopédie de l'Univers, Encylopédie des Plantes, Encylopédie de l'Afrique, Encylopédie des Reptiles ve benzeri kitaplar, çok ilgimizi çekerdi.
Beyoğlu'nun bize sunduğu bir olanak daha vardı. Zemin katta, yemekhanelere yakın bir bölümde, bugün öğretmen yemekhanesi olarak kullanılan bölümün sol tarafında, Okuma Odası oluşturulmuştu. Orada, bütün fransızca çizgi roman ciltleri bulunurdu. Şimdi, isimlerini hatırlamakta zorlandığım yüzlerce çizgi kahraman orada bizi beklerdi. Orada, onlarla birlikte vakit geçirmek çok büyük keyifti.
Kitap, bizim arkadaşımızdı, sırdaşımızdı, öğretmenimizdi, armağanımızdı, dostumuzdu, hayallerimizdi, kıymetlimizdi, servetimizdi, zenginliğimizdi ! Biz, kitapsız olmazdık.
Kitap bizim her şeyimizdi !
* * * * * * * *
Bugün, çocukluğumuzdaki kitaplara bir göz attık. Okuduğumuz bütün kitaplara bakabildik mi ? Ne gezer ? Amacımız, zaten bir listeleme yapmak da değildi, sadece yaşamdan bir kesit sunmaktı. Daha La Fontaine'in Fables'larına bile değinmedik. Dostovievski'nin Karamazov Kardeşler'inin, Aziz Nesin'in Yaşar ne Yaşar ne Yaşamaz'ının yanına bile yaklaşamadık. Buna ne vaktimiz yeterdi, ne de kısacık bir mesajdaki yerimiz. Tom Miks, Asterix, Tenten hakkında hazırlanmış, uzun ve değerli antolojiler olduğunu biliyoruz. Biz, burada sizlerle yalnız biraz sohbet etmek istedik.
Kitapların, bizi derinden etkilediği inkar edilmez bir gerçekti. Hangimiz, Ömer Seyfettin'in Pembe İncili Kaftan öyküsündeki Muhsin Çelebi gibi davranmadık ki ? İşyerimizi dışarıda temsil ederken, cebimizden cömertçe paralar harcayıp, sonra onları harcırahta göstermenin ayıp olacağını düşünmedik mi ?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder