Okul günlerimiz, gençlik yıllarındaki anılarımız ...

Merhaba, yazılarımı paylaşabilirsiniz, sonuçta paylaşmak için yazıldılar... Ancak lütfen emeğe saygı gösterin, isimsiz kullanılmalarına müsade etmeyin.

İlginize teşekkür ederim.


Pazarlama Atölyesi II - Aralık 2010


Sosyal sorumluluk anlayışı çerçevesinde, Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu, Pazarlama Bölümü, birinci öğretim grubu (gündüz eğitimi) öğrencileri için, 8 Kasım 2010 pazartesi günü, 14.30 - 18.00 saatleri arasında "Pazarlama Atölyesi" düzenlenmişti.

Oysa, okulda ikili bir öğretim düzeni vardı. İkinci öğretim grubu (akşam eğitimi) öğrencilerini bu çalışmadan yoksun bırakmak olmazdı.

İkinci öğretim grubu ve örgün eğitim öğrencileri için düzenlenen "Pazarlama Atölyesi", 7 Aralık 2010 salı günü, 17.00 - 20.30 saatleri arasında, okul kampüsündeki seminer salonunda uygulandı.


Bu eğitime, birinci ve ikinci sınıf öğrencilerinden 18 kişi katıldı. Mehmet Mustafa Kaplan, Recep İslamoğlu, Melis Aytekin, Zeynep Atasoy, Gökhan Taşkın, Büşra Esen, Emre Ece, Murat Turan, Bircan Altay, Osman Cam, Şüheda Köklü, Aşkın Nur İnan, Gizem Yalçın, Emre Kasım, Hülya Demirayak, Merve Nur Göksu, Can Yenice ve Serap Çaycı, seminer saatinden önce, büyük bir heyecanla salonda yerlerini aldılar.


Önce isimlikler, bloknotlar, kalemler dağıtıldı. Uzun sürecek bir seminer olacağı göz önünde tutularak, masalara, yiyecek ve meyva suyu servisi de yapılmıştı.


Pazarlama Atölyesinin bugünkü programı, tanışma ve değerlendirme bölümlerinin dışında, beş atölye çalışmasından oluşuyordu. İlk bölüm etkileşimli bilgilendirme, diğer bölümler pratik uygulama şeklindeydi. Aydın Ataberk, tanışma bölümünden sonra, "Pazarlamada başarılı ilişkilerin anahtarı"nı anlattı. Pazarlama ilişkilerinde "isim, resim ve imza"nın önemini örnekleriyle açıkladı.


Pratik uygulamaların ilk bölümü, bir "iş mektubunun yazılmasıydı". Pazarlama bölümü öğrencileri, bugüne kadar hiç iş mektubu yazmamışlardı.


Bursa'da yeni açılacak olan beş yıldızlı bir otelin "Pazarlama Müdürü" oldukları söylendi. Bir endüstri kenti olan Bursa'da, işletmelere tek tek mektup yazarak, yeni otellerini tanıtmaları ve müşteri portföylerini çoğaltmaları istendi.


Senaryonun olabildiğince gerçeğe yakın olabilmesi için, bütün öğrencilere antetli iş mektubu kağıtları dağıtılmıştı.


Üffff, ne kadar zormuş bu iş! Daha bu yaşta "Pazarlama Müdürü" olmak güzeldi ama, bir tanıtım mektubu yazmak çok ama çok zordu. Yazıldı, silini, yazıldı, çizildi. Hiç bilmedikleri ve beklemedikleri bir konu karşısında, öğrenciler oldukça zorlanmışlardı; yanındakilerden yardım isteyenler, karşıya bakarmış gibi yaparak derinlere dalanlar, ter bastığı için montunu çıkaranlar, önce taslak hazırlayanlar, tükenmez kalemi bırakıp kurşun kaleme sarılanlar ..... ne kadar zorlandıklarını vurguluyordu.


Çalışmalar tamamlandıktan sonra, bütün mektuplar değerlendirildi. Başlangıç kısmı ne olmalıydı? Girintili paragraf mı yazılmalıydı yoksa blok yazı daha mı iyiydi? Alta önce ünvan mı, imza mı, isim mi yazılmalıydı? Giriş ve bitiriş cümleleri nasıl olmalıydı? Otel ile ilgili özellikler nasıl vurgulanmalıydı?


Anlatılanlar, öğrencilerin çok ilgisini çekmişti. Herbir ayrınıtıyı dikkatle dinlediler. Böyle bir uygulamayla karşılaştıkları için çok mutlu oldukları yüzlerinden ve gözlerinden okunuyordu.


Şimdi sıra, "Promosyon satışları" bölümüne gelmişti. Sınıfta, deyim yerindeyse, yerinde oturan hiç kimse yoktu. Öğrenciler, belki de bugüne kadar, ilk defa bu kadar hareketli bir eğitim görüyorlardı. Sınıftan, ikişer kişilik üç ayrı grup seçildi. Uygulamaya gönüllü katılmak isteyen birer kişinin daha ilavesiyle, iki ekip üçer kişiye çıktı. Her biri, değişik özellikleri olan bir ürünü, sınıfta kalan "müşteri" grubuna pazarlamaya çalışacaktı. Sınıftaki müşteri grubu, üç ayrı pazarlama grubunu da dinledikten sonra bir karara varacaktı.

Osman ve Bircan'dan oluşan ilk ekip, "çok işlevli bir kalemi" pazarlamakla görevliydi. Kalem, gerektiğinde cepte taşınıyor, gerektiğinde teleskopik gösteri sopası oluyor, gerektiğinde kırmızı lazer ile bir yeri işaret ediyor, gerektiğinde beyaz ışıkla minik bir el feneri oluyordu.


Birinci Pazarlama ekibi, güzel hazırlandıklarını düşündükleri halde, müşterilerden gelen "Garanti, yedek parça, kalite belgesi, teslimat süresi, ...." ve benzeri sorular karşısında zaman, zaman duraksadılar.


Gizem, Aşkın Nur ve Şüheda'dan oluşan ikinci ekip, "Çevre özellikli" bir kalemi pazarlamakla görevlendirilmişti. Kutusu ve kalemlerin gövdesi kiraz ağacındandı; kalem kutusunun içi yeşil çuhayla kaplanmıştı. Ne var ki, müşterilerin soruları durmak bilmiyordu. Madem, Çevre'yi vurgulamak istiyorlardı, o halde, neden kiraz ağaçları kesilerek kaleme dönüştürülmüştü?


Emre, Merve Nur ve Hülya'dan oluşan üçüncü ekip, "teknolojik özellikli" bir kalem pazarlamak istiyordu. Ürün, hem kalem olarak kullanılıyor, hem de gövdesinin içinde bir USB bellek bulunduruyordu. Dolmakalem gibi döndürüldüğünde, kalem iki parçaya bölünüyor, USB bellek, kullanıma hazır oluyordu. Müşterinin isteğine göre bunun kapasitesi ayarlanabilirdi. Hatta, teslimattan önce, USB belleğin içerisine, istenen reklam filmleri yüklenebilirdi.


Çok ilgi çekeceği sanılırken, bu sefer, teknoloji ağırlıklı olarak ardarda gelen sorular karşısında, zaman, zaman pazarlama ekibinin "kolu kanadı düştü". Bu kalemin sadece "USB bellek" özeliği mi vardı? Başka hiçbir özelliği yok muydu? Çok sıradandı! Tek çare, müşteriye daha da yaklaşmak, ürünü onlara daha yakından göstermekti. Bu arada, müşteri grubunun içinde de hararetli tartışmalar devam ediyordu.


Her bölümün sonunda olduğu gibi, bu bölümün sonunda da bir genel değerlendirme yapıldı, satıcıların olumlu yönleri ve geliştirmeleri gereken yönleri araştırıldı. Etkili bir pazarlamada dikkat edilmesi gereken noktaların altı çizildi.


Şimdi yeni bir bölüm başlıyordu. "Basın toplantısı örneklemesi" (simülasyonu) yapılacaktı. Bunun için herkes, pembe renkli kendinden yapışkanlı bir kağıdın yapışkanlı yüzüne (gizli yüzüne) bir eşya ismi yazarak, duvara yapıştırdı. Turuncu renkli bir kağıdın gizli yüzüne de ismini yazarak, yan bölüme yapıştırdı. Aydın Ataberk, isim yazılı kağıtlardan birini çekecek, ismi çıkan öğrenci, ürün yazılı olan kağıtlardan birini seçecek, "Genel Müdür" (CEO) sıfatıyla, bu ürün hakkında, iki dakika süreyle basına brifing verecek, sonra basının çeşitli sorularını yanıtlayacaktı.


Sorular ve verilen yanıtlar karşısında, "Basın" rolünü oynayan öğrenciler, zaman, zaman gülmekten kendilerini alamadılar.


Bircan, yerine otururken, panodan bir isim daha seçti. Bu sefer Zeynep, CEO olmuştu. Piyasa yeni çıkacak bir ürünü tanıtacaktı. Fakat CEO koltuğunda hiç de rahat değildi.


Buna karşılık, "Basın" kendini iyice rolüne kaptırmıştı. Sorular tükenmek bilmiyordu. Hem de hiç "uslu ve düzgün" sorular değildi.


Uygulamaların ilginçliğini farkeden öğrenciler, bir yandan da cep telefonlarıyla yaşananları kaydetmeye başladılar.


Üçüncü CEO adayı Gizem'di. Gizem, panodan, anlatacağı ürünün adı yazılı bir kağıt seçti. Uzun müddet, gözlerini bu kağıttan ayıramadı. Donmuş, kalmıştı. Zaman kazanmak ister gibiydi.


"Basın" ise, aç bir kaplan gibi, yeni "av"ını bekliyordu. Artık rollerini tam olarak benimsemişlerdi.


Gizem de sanki "kurban" olacağının farkındaydı. Basın toplantısına "biraz" boynu bükük başladı. Herkesten yardım ister gibiydi.


Bütün yaşananlar IV CEO Mehmet Mustafa'yı iyice pişirmişti. Basın toplantısınıa büyük bir rahatlıkla başladı.


Toplantıda "Basın" bütün yönleriyle temsil ediliyordu. Yurtiçinden olduğu kadar, yurtdşı basın temsilcileri de gelmişti. Bütün ayrıntıları öğrenmek istiyorlardı. Eller sürekli havadaydı.


Sonuncu Atölye çalışması "Paraşütle atlama eğitimi" senaryosuydu. Büşra, Can ve Serap'ta oluşan Uçuş Şirketi temsilcileri, Ürgüp'ü gezmeye gelen bir yerli turist kafilesine, bir sonraki gün için, "Paraşütle atlama eğitimi" vermeyi öneriyordu. Uygulamanın tek şartı "ya hep, ya hiçdi". Başka bir deyimle, 15 kişilik gruptan bir kişi bile atlamak istemezse, bütün program iptal olacaktı. Atlamak istemeyen kişileri yerde bırakmak olmazdı. Bu nedenle, Şirket yöneticileri, başarılı olabilmek için, salondaki herkesi "ikna etmek" zorundaydı.


İşte o an! Pazarlamadaki en önemli an. Pazarlamacı ve müşteri karşı karşıya! Bütün hünerleri şimdi göstermek gerekiyor. Mimikler, ses tonu, beden dili, uygun sözcükler .... hepsini şu an kullanmak gerek. Ya hep, ya hiç!


Pazarlamacılar da bir ekip, müşteriler de bir ekip. Heyecandan herkes ayakta. Karşılıklı olarak, görüşler paylaşılıyor.


Ve .... pazarlamacılar son kozlarını ortaya sürüyorlar. Bu da olmazsa, başka çare yok; önerilerini geri çekmek zorunda kalacaklar.


Artık saatler 20.30'a yaklaşmış, "Pazarlama Atöylesi"nin sonuna gelinmişti. Aydın Ataberk, okul arkadaşı Prof. Dr Mehmet Karafakıoğlu'nun, Sosyal Bilimler Yüksek Okulu Pazarlama Bölümü öğrencileri için gönderdiği "Pazarlama İlkeleri" adlı kitabını yanında getirmişti. Bölüm öğretmeni Öğretim Görevlisi Sıdıka Parlak'a, birinci öğretim temsilcisi Melis'e ve ikinci öğretim öğrenci temsilcisi Emre'ye birer adet armağan etti.


Aydın Ataberk'in öğrencilere bir armağanı daha vardı. Karşısında "genç fidanlar" vardı. O da gelirken, yanında, "iki yaşında, sedir cinsi bir çam fidanı" getirmişti. Aralık ayı, dikim ayıydı. Öğrenciler, bu ay içerisinde, bu fidanı dikerlerse, 25 yıl sonra buradan geçtiklerinde, bugünleri hatırlarlar, "Bu, bizim ağacımız" derlerdi. Aydın Ataberk, fidanı tüm öğrenciler adına Melis Aytekin'e verdi.


7 Aralık 2010 tarihinde, Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu, Pazarlama Bölümünde, ikinci öğretim grubu ve örgün öğretim grubu öğrencileri için yapılan "Pazarlama Atölyesi", tüm öğrencilerin, Öğretim görevlisi Sıdıka Parlak'ın, Aydın Ataberk'in ve "çam fidanı"nın toplu aile fotoğrafıyla son buldu.

Uludağ'da sonbahar - Aralık 2010

Meteorolojiden gelen haberler, 4 Aralık cumartesi gününün, bahardan kalma son gün olabileceğini söylüyordu. 5 Aralık pazar gününden itibaren hava soğuyabilir, mevsim normallerine dönebilir, yağışlar başlayabilirdi.


Sevgili arkadaşım, rehberim ve dostum Bursa Büyükşehir Belediyesi Kent Konseyi Çevre Grubu Başkanı Ayhan Sarıbıyık ile beraber, Uludağ'da bir yolculuğa çıktık. Aracımızın bagajını ve arka koltuğunu, köylülere verilmek üzere, hiç kullanılmamış giysilerle, kitap ve ansiklopedilerle, daha paketi açılmamış mutfak malzemeleriyle, eski gazete paketleriyle ve daha bir sürü eşya ile doldurduk. Öyle ki, arka camdan dışarıyı göremez olduk. Hedefimiz, Kemaliye köyüydü. Hava gerçekten güzeldi. Bursa'dan çıktığımızda, aracımızın göstergesi 22 dereceyi gösteriyordu. Akşama doğru, ısı 17 derecelere kadar düşecekti. Doğancı barajına geldiğimizde, Uludağ bize "Merhaba" dedi.


Uludağ'a sonbaharın geldiğini biliyorduk. O muhteşen renk cümbüşünü, yeşilin sarıya ve kahverengiye dönüşümünü, kıpkırmızı yaprakların dalgalanışını merak ediyorduk. Çamlar ise, yeşil giysilerini koruyorlardı.


Aracımız bu yöreleri ve bu yolları iyi biliyordu. Bizim ne istediğimizi de çok iyi anlamıştı. Rehberliği şimdi o ele almıştı. Bizi, "Uludağ'da, sonbahar renklerinin rapsodisi"ne doğru götürmeye başladı. Macera başlıyordu.


Orman İşletme Müdürlüğü, bakım çalışmalarının büyük bir bölümünü tamamlamış; ormanda seyreltme ve temizleme işleri yapmıştı. Kütükler, yol kenarlarına özenle dizilmişti.


Yeni kesilmiş çam kütüklerinin kokusu o kadar güzeldi ki! Fotoğraf çekmek için yaklaştığımızda, önce gözlerimizi kapayıp, bu doğal parfümü derin, derin içimize çektik. Elektronik mesajların, kuş ve akan dere seslerini sizlere aktaramaması, ormanın kokusunu hissettirememesi ne kadar büyük eksiklik!


Kısa bir süre sonra, adeta bir yağlı boya tablo ile karşılaştık. Yeşilin, sarının, kahverenginin her tonu, bu doğal tabloda vardı.


Bazen sözcükler, gördüğümüzü tanımlamakta yetersiz oluyor. Renklerin arasında o kadar güzel uyum var ki!


Güneş ışınları bizimle sanki saklambaç oynuyordu. Bazen oradan bize göz kırpıyor, bazen şuradan karşımıza çıkıveriyordu.


Tablo fonunun yeşil, ön planın sarı ve kahverengi olması ise bir başka güzeldi.


Bu da bir başka güzellik. Bu evde yaşayanlar ne kadar huzurludur kimbilir?


Artık her adımda, bizi bir başka güzellik karşılıyordu. İlerleyemez olmuştuk. Hiçbir güzelliği kaçırmak istemiyorduk.


Yolda ilerlerken, ilginç bir tavuk çiftliği ile karşılaştık. Bu çiftlikte, tavukların "hepsi dışarıdaydı". Bunlar doymaz mı hiç? Orada bulunduğumuz sürede, başları hep yerdeydi.


Öyle bir renkle karşılaştık ki; kırmızı mı desek, turuncu mu desek, sarı mı desek, hiç karar veremedik.


Her ağaca, her yaprağa dakikalarca bakıyorduk. O kadar güzellerdi ki!


Güneş, bizimle saklambaç oynamasını pek seviyordu galiba. Nereye bakarsak, onu, yaprakların arasına saklanırken görüyorduk.


Sarı yaprakların, kahverengi ile uyumu da bir başkaydı.


Güneş arkalarından vurdukça, yaprakların renk tonları değişiyordu. Güneşi arkanıza alarak baktığınızda renk başka, güneşi karşınıza alarak yapraklara baktığınızda renk başkaydı.


Sonunda Kemaliye köyü uzaktan gözüktü. Buraya kadar 70 kilometre yol yapmış, 400 metre kadar yükselmiştik. Muhtar Ali ağa, geleceğimizi biliyor, bizi köy meydanında bekliyordu.


Köye inen yolun sonunda bir kiraz ağacı vardı. Orada tarla çapalayan bir köylü teyze " Mevsimi olduğunda kiraz yemeye de bekleriz " dedi. Bu ağaç, köye gelenler için ikrammış. Her yolcu dilediği kadar yiyebilirmiş. Mevsiminde tekrar geleceğimize söz verdik.


Köyün meydanında bizi karşılayanlar arasında "Hüseyin amca" da vardı. 85 yaşındaymış. Eşini kaybetmiş. Her işini kendi görüyormuş. Hüseyin amcaya uzun ve sağlıklı bir ömür diledik.


Ali muhtar, bizi köyün camisine götürdü. Cami kilitli tutuluyordu. İbadet yapmak isteyenler, caminin ön tarafındaki küçük bir bölümü kullanabiliyorlardı. Caminin tarihinin 700 (evet, yediyüz) yıllık olduğunu tahmin ediyorlar. Araştırmalarında bu sonuca ulaşmışlar. Bu civardaki en eski camilerden biriymiş.


Özellikle tavandaki süslemeleri, oymaları birer sanat eseriydi. Yağmur mevsiminde, tavanın akıp, tarihe zarar vermemesi için, çatıyı yeni aktarmışlar. Ülkemizde, bilinmedik, daha doğru bir deyimle, bizim bilemediğimiz ne güzellikler var diye düşünmeden edemedik.


Caminin 700 yıllık olduğunu en güzel belgeleyen unsurlardan birinin, caminin dışındaki onarım tarihi olduğunu söylediler. Onarım 1291 yılında yapılmış.


Bagajımızdaki emanetleri Ali Muhtara verdikten sonra, Kemaliye köyünde biraz dolaşmaya çıktık. Kurutulmak üzere pencerelere asılmış, kırmızı biber ve diğer sebzeler, sonbahar mevsiminde olduğumuzu çok güzel vurguluyordu.


Kemaliye köyü, yüksek bir yerdeydi, vadinin yamacındaydı. Köyün suyunu merak ettik. Adı "Kocasu" imiş. Aracımıza binerek, vadiye doğru inmeye başladık. Değişen bitki örtüsü, suya yaklaştığımızı söylüyordu.


Kocasu'nun üzerinde tahta bir köprü vardı. İlginç bir yapı geliştirilmişti. Köprünün ayakları 8 kadar yaşlı ağaçla desteklenmişti. Böylece, köprünün, daha doğrusu ayaklarının taşan dereye kapılma olasılığı hiç yoktu.


Köprüye biraz daha yaklaştık. Muhteşem bir manzarası vardı. Masmavi sular, gürleyerek akıyordu. Güneş ışınları, köprünün altından geçerek, bize doğru uzanıyordu.


Derenin mavisine inanamadık. Buraya gelirken yol boyunca, baraj ve su türbünü inşaatı görmüştük. Bu nedenle, o bölgede derelerin hepsi "batak" akıyordu. Kocasu bu çalışmalardan etkilenmemişti.


İşte sonbahar! Yerdeki yaprak örtüsünün güzelliği bir başkaydı. Üzerlerine basmak istemedik ama başka yolumuz yoktu. Her adımda, bu güzelliklerden "özür" diledik.


Köye doğru dönerken, biraz soluklanmak istedik. Bir çeşmede, buz gibi bir suyla yüzümüzü yıkadık. Arkamızdaki vadinin manzarası ise, tablolara layıktı.


Bir süre, hiç ses çıkarmadan, doğanın melodisini dinledik. Derin, derin nefes alarak oksijen depoladık. Buralardan hiç ayrılmak istemiyorduk.


Ali muhtar yol boyu bize eşlik ediyordu. Köyünün bütün güzelliklerini bize göstermek istiyordu.


Kemaliye'den ayrılmadan önce, orada hazır bulunan köylülerle birlikte bir fotoğraf çektirdik. Ali muhtarla, Aza Mehmet ile, Hüseyin amcayla ve diğer dostlarla vedaştık. Dönüş yolunda, Seferiışıklar köyüne de uğrayacaktık. Muhtar Hakkı Uygur'a uğramadan geçmek olmazdı.


Seferiışıklar köyünde, eski bir dostumuzla karşılaştık. Kendisini, yazın yayla evinde görmeye alışıktık. Kış gelince o da yayladan köye inmişti. Sessizce selamlaştık.


Hava kararmış, saatler ilerlemişti. Bu kadar gezi bizleri iyice acıktırmıştı. Hakkı dayının evinde kuzine harıl, harıl yanıyordu. Hemen bize bir sofra kuruverdi: köy ekmeği, keçi tereyağı, peynir ve çay. Bir de kabak tatlısı vardı.


Kuzinenin üzerinde ısıtılan köy ekmeklerine, kalın bir keçi tereyağı sürülünce o kadar lezzetli oldu ki! Başka hiçbir yemek belki de bu kadar lezzetli olamazdı. Birinci ve ikinci dilim hemen bitiverdi. Üçüncü dilim olmayabilirdi ama bir daha bu tadı bulamazdık.


Bir de yumuşak minder ile tavşan kanı çay olunca, bütün yorgunluğumuz gidiverdi. Muhtar Hakkı dayı ile sohbetimiz ise devam ediyordu.

Bir güzel günün daha sonu yaklaşıyordu. Köyden ayrılmadan, muhtar, karınca kararınca, hazırladığı küçük armağanları, patatesleri, cevizleri, kuru fasulyeleri, salçaları bagajımıza özenle yerleştirdi. Almak istemiyorduk ama almazsak çok alınacağını biliyorduk. Teşekkür ettik.

İnsanın gerçek dostlarının olması o kadar güzel ki!

Google
 

Sizlerden Gelenler ;

Sevgili Aydın; ağabeyin Mehmet'in Galatasaray Lisesinden sıra arkadaşıydım. Hatırlayacağını zannediyorum. Ayrıca bir de rahmetli Rahmi Ertin ortak dostumuzdu. Damadım ile kızımın sevgili amcaları idi. Uzun yıllar sonra, Mehmet'le buluştuk. İnşallah seninle de görüşürüz. Anılara Yolculuk siten, çocukluk ve ilk gençlik yıllarımdan, hayallerimde bile unutulmuş güzellikleri yeniden yaşamamı sağladı. Eline ve o güzel yüreğine sağlık. Görüşmek dileğiyle. Sevgiler.


Altuğ İşmen, 1 Mart 2010


----------------------------------------------------


Sayın Aydın Ataberk,


Çok çok güzel olmuş ellerinize ve emeklerinize sağlık. Eski bir İhsan Çizakcalı olarak ayrıca şu anda merhum abeyimin de çizakcanın ilk öğrencilerinden olması dolayısıyla eski Bursa'yı ve okulumu, yazılarınızda tekrar yaşamış oldum. Size minnettarlığımı ve şükranlarımı sunar çalışmalarınızda başarılar dilerim.Saygılarımla


Erhan Kurtulan, Elk.Müh., 17 Aralık 2008


-------------------------------------------------------


Sevgili Aydin,



Muhtesem bir eser yaratmissin. Seni kutlarim. Beni Ekvator Gine'sindeki yamyamlarin arasinda aglatmayi basardin. Saatlerce tek tek butun belgelere baktim. Tombul yanaklarindan opuyor ve seni tekrar kutluyorum. Artik bu birikimleri koyacagimiz bir web sitemizin olmasi gerekiyor. Ben de onu organize edeyim. Senin bu muhtesem birikimlerinle cok guzel bir siteye sahip olacagiz. Yakinda www.gsl97.org aramiza katilacak.



Seni sevgiyle kucakliyorum.



Mahmut Melih Kayahan, 9 Aralık 2008


---------------------------------------------------------


Sizlere tesadufen ogrendigim Sn Aydin ATABERK tarafindan hazirlanmis bir site adresi iletiyorum. İzlemeniz tavsiye olunur, harika bir calisma olmus. Ellerine ve yuregine saglik....


Öznur Dere, 24 Eylül 2008


--------------------------------------------------------------Sevgili Aydın bey, anılara yolculuk Blogunuzu inceledim. İnanılmaz bir şey. Ne çok emek var. Ben sizden daha genç :) olduğum için eskiye ait yazı ve görüntülerin bir kısmını özel yaşantımdan hatırladım ama çoğunu da geçmişe olan özel ilgimden dolayı hatırladım. Çok duygulandım. Ne olur bu yaptıklarınızı daha çok insan duysun, sizi daha çok insan tanısın. Sizi tanıyan bir kişi olmak benim için ne şans. Sizi çok seviyorum. Saygılarımla,


Sıdıka Parlak, 24 Eylül 2008


-------------------------------------------------------------Aydin Bey Gunaydin ,



Ellerinize saglik, soyle bir goz atabildim henuz, ilk firsatta satir aralarinda kaybolmak isterim .



Ozellikle benim icin de sizi tanimak cok buyuk bir sans .



Saygilar, Sevgiler,



Sibel Birçiçek, 25 Eylül 2008


-------------------------------------------------------------Sevgili Aydın ağbey,



Bize tekrar muhteşem bir yolculuk yaptırdın güzel anılara.Ellerine sağlık ağbey bize böyle nefis güzellikler yarattığın için.


Sevgiler, saygılar



Sinan Acarel, 25 Eylül 2008


------------------------------------------------------------Sevgili Kardesim Aydin,



Candan tebrikler! Iyi ki boylesine guzel sunulan ve ozlem degeri yuksek anilarini bir gunlukte topladin ve e-postalarda kaybolmamalarini sagladin.



Daha nice 5000'lere! Gerek icerik gerek sunudaki nitelik ilgiyi kendisi yaratiyor. Ne mutlu bizlere, ayni ailedeniz!



Sevgilerle,


Tuncer Ören (1955), 26 Kasım 2008


-------------------------------------------------------------Aydın Bey günaydın



Sizi kutluyorum. Bu azminiz ve paylaşma isteginiz hiç eksilmesin, artsın….



Selamlar



Mustafa GEYVE, 26 Kasım 2008


---------------------------------------------------------------


GÜNAYDINLAR AYDIN ABİCİĞİM; NASILSINIZ?? "ANILARA YOLCULUKTA" DAHA 10 000'Cİ, 50 000'Cİ , 500 000'Cİ ZİYARETÇİLERE ULAŞMANIZ DİLEĞİYLE. BEN BÜTÜN KALBEMLE İNANIYORUMKİ AYDIN ABİMİN KALEMİNİN YALINLIĞI, SADELİĞİYLE ULAŞILABİLİR. YAZILARI OKURKEN DALIP BİR YERLERE GİTMEMEK İMKANSIZ.. SEVGİLER,SAYGILAR


Şükran Durgan, 26 Kasım 2008


---------------------------------------------------------------Sayin Aydin agabey



Boylesine guzel, degerli bir birikimi bir araya getirdiginiz ve bunu hazine degerindeki bir belgesellige donusturdugunuz için sizi kutlarim. Müzik dersini gösteren fotografta, sag basta yer alan muzik ogretmeni, Almanya'da muzik egitimi gormus, oglu da bir donem unlu bir fagotcu olan rahmetli Enver Haraçci hocamizdir. Karli kis gunlerinde, Ortakoy'de okulun onunden denize girer ve esasli bir sekilde yuzerdi.



Grand Cour'da hocalar maçini gosteren fotografin sag tarafinda en bastaki siyah formali adi yazilmamis ogretmen de, Galatasaray Ilkokulu yavrukurtlari baskurtu ve de 1950'li 60'li yillarda Ortakoy'de ogretmenlik yapmis olan Huseyin hoca'dir.



Saygilar, sevgiler



Turgay Tuna 102, 26 Kasım 2008


------------------------------------------------------------Sevgili Aydin Kardesim,



Gercekten bir "online GS müzesi" yaratmisin, eline saglik ve tebrikler !



Ender Enön ( 94 x1962), 26 Kasım 2008


-------------------------------------------------------------Çok güzel, çok sevindim.. Tebrik ederim Aydın Bey.



Çok çok daha fazla kişiye ulaşması dileğiyle. Çünkü gerçekten çok güzel bir çalışma.



Sevgi ve Saygılarımla



Gizem Ertürk, 26 Kasım 2008


------------------------------------------------------------Sayın Aydın Ataberk,


Doğum yerim Bursa anılarına yaptığım gezintide, sizin de benim gibi halamın gelin gittiği konakta kurulan "Özel Yeni Okul"dan mezun olduğunuzu öğrendim. Yalnız ben 1957 mezunuyum.... Ne yazık ki daha sonra kurulan İhsan Çizakça Kolejinin kapandığını öğrendim. Merhum İhsan ve merhume Süheyla Çizakça'nın ruhları şad ve mekanları cennet olsun!Selamlarımla,


Beyza Üntuna, 28 Kasım 2008


Türkiye Cumhuriyeti, Atina-Pire Başkonsolosu


-------------------------------------------------------------



Sevgili Aydın agabey ;


Henuz sadece ıkı bolumu okudum . Ikıncı bolum ozel ılgı alanıma gıren oyuncaklardı . Gecmıse donup o yokluktakı zenginliklerimizi hatirlamak çok güzel . Bir kez daha tesekkür ederim . Bence oyuncak dostu ve oyuncak müzesinin kurucusu sevgili Sunay Akın'la temasa geçip O'nun da sitene ulaşmasini saglarsan çok mutlu olacaktir .Sevgi ile kalin


Bünyat AKIN(104-106 V.S.), 14 Şubat 2008


------------------------------


Degerli Kardeşim



Erol Günaydın ın arkasındaki ben Mehmet Ali ve yanımda Özer Berkay dan tebrikler,selamlar,sevgiler,ellerinize saglık.Özer Berkay ve ben GSLAAG den ayrıldık,resimde gördügünüz oturan GS a hizmet eden üç kardeşimize madalya ve plaket verdik.Tahminen 40 ın üstünde agabeyimiz,okul müdürümüz Meral Mercan ,kıymetlı GS lılar bu madalya ve plaketleri aldılar. Resim o tören sırasında çekildi.



Bilgisayar kullanmada cok acemiyim,ancak daha çok gencim yaşım 73 yavaş yavaş öğreneceğim...



Lütfen gslaag ye girin,orada devrelere girin,gsl55.free.fr dan hatıralara girin 2 sahife Necdet Mahfi Ayral ın kızı Jeyan hanımefendinin bana hediye ettiği üç albüm resim ve efemeraları tetkik edin.Bunlarıda dilerseniz kullanabilirsiniz.



İyi günlerde görüşmek dileklerimle.



M Ali Zeren, 17 Şubat 2008


----------------------------------


Aydin agabey,



Dun gslaag sitesinde, yazilarinizda gezindim. Site harika, yazilariniz enfes, onlari toplanmis ve guzel sunulmus gormek icimi isitti. Hem sitenizin hem yazilarinizin duyurularini tekrar tekrar yapmaliyiz orada. Yapacagiz zaten. Dun bunu dusundum. Ilk olanakta ben de gerekeni yapacagim. (ilk vaktim oldugunda yani, affedin beni bu nedenle)



Saygilarimla.



Gün ARUN 113, 25 Şubat 2008


-----------------------------------



Aydin Bey merhaba


Hazirladiginiz sitenin öncelikle Bursa sayfasini, daha sonra da müzik sayfalarini ve digerlerini inceledim. Paylastigimiz noktalari da gördüm. Böyle bir ise zaman ve emek harcamak, bunlara derlemek takdire sayan. Sizi kutluyor ve tüm günlerinizin bu sekilde verimli olmasini diliyorum. Selamlar.Mustafa GEYVE, 2 Mart 2008


-------------------------------


Sayin Ataberk,



Blogunuz cok hosuma gitti.



22 sene evvel biraktigim dunyanin en guzel sehri Istanbul'u bana tekrar gezdirdiniz.



tesekkur ederim



selam ve saygilarla



David Hasday



New York, 7 Mart 2008


-----------------------------------


Sayın Ataberk,



Biraz önce oğlumun haber vermesiyle sitenize baktım. Elinize sağlık, kutluyorum. Ben de, unutulmuş, unutulmaya yüz tutmuş güzelliklerin arayışı, duyurulması çabasındayım. Blogunuzda sergilediğiniz bilgilere, belgelere kendi genelağ yerimde yer vermek, beni, ziyaretçilerimi pek sevindirecek, mutlu edecek. Bilmem izninizi alabilir miyim?



Bu arada belirteyim, ilgilendiğim konular arasında dilimiz, müzik, yazın, sinema önde geliyor. Sinemayla ilgili bir kitabım (http://www.pandora.com.tr/urun.asp?id=110695 ), araştırma yazılarım, senaryolarım, öykülerim vb. var. Bir göz atabilirseniz, http://www.ilgilik.net/ size bir fikir verebilir sanıyorum.



Başarılarınızın artarak sürmesi dileğiyle selamlarımı, saygılarımı sunuyorum.



İnal Karagözoğlu, 10 Mart 2008


----------------------------------



Aydın Abi,



Tesadüfen



”Anılara Yolculuk”



Bloguna takıldım.



Bir defada keşfedilemez.



Dönüp dönüp bakacağım.



Teşekkürler.



Çok yaşa emi.



Sevgiler,



A.Şeref Türkmenoğlu, 22 Mart 2008


-----------------------------


Emeklerinize saglik, cok guzel olmus. Bir IEL ve ITU mezunu olarak da ayrica gurur duydum:) Saygilarimla,



Aydin Gurel, 23 Nisan 2008


-------------------------


Merhaba Aydın Bey,



Anılarda yolculuk sayfalarında gezinirken çocukluğuma gittim 4-5 yaşlarındaydım ve ilk defa film makinası görüyordum,İstanbul'dan Niyazi Dayı gelmişti ,Seher Nenemin kireç badanalı duvarına bir bez gerildi ve sizin eşinizin ve çocuklarınızın görüntüleriydi izlediklerimiz.Babanız parmaklarımı tutar birşeyler yapar hep eksik sayardı parmaklarımı onu güleryüzlü ve kocaman bir adam olarak hatırlıyorum çocukluğumdan.



Ben kimmiyim? ben Ümit Arıcan'ın küçük kızı Safinaz'ım,her ne kadar hiç tanışmamış olsakta selamlar sevgiler...



Safinaz KAROL, 31 Ekim 2008


-------------------------------



Ağbi bu güzel sayfalarına bakmak saatlerimi aldı. Yapması kim bilir ne kadar zaman ve emek gerektirmiştir.Ailem 1965'de Bursaya taşınmıştı. Abdal Köprüsünün 5-6 ev yakınına. Heryer gibi oralar da artık tanınmaz olmuş. O yıllarda köprü sayfandaki (daha önce görmediğim) o resmine benziyordu gene az çok.Güzel günler...


Murat Kalınyaprak 109, 1 Ekim 2008


------------------------------------



Aydın Bey sitenizi ziyaret ettim ve çok mutlu oldum. Lakin kendi çocukluğunun oyuncaklarını hatırlayıp bunu konu edip bugünün kuşaklarına aktaran maalesefki çok az büyüğümüz var. Yine maalesef ki geçmişe ait belleğimiz, sanki o güzelim oyuncakların yerine geçen modern oyuncaklarla birlikte yitip gitmaktedir.Aydın Bey, ben TRT çocuk televizyonu için eski ("Dedemin Oyuncağı) oyuncaklarımızı konu eden bir programın yapımcısıyım. Televizyonumuz Ekimde yayın hayatına başlayacaktır. Hazırlayacağım programda komuğumuza oyuncakla ilgili malzemeleri hazırlayarak ya da konuğumuzun desteğiyle; onun çocukluğunda yer etmiş bir oyuncağın yapım aşaması anlatımlı olarak gerçekleştirilecektir. Bu konuda önerilerinizi paylaşmanız bizi sevindirecektir. Yapımını bildiğiniz bir oyuncak varsa ve bunu bizimle program çekimiyle paylaşırsanız çok memnun oluruz. Şimdiden desteğiniz ve oyuncaklara olan duyarlılığınız için teşekkür ederiz, saygılar sunarız.


Engin Yıldız, 21 Eylül 2008


---------------------------------


Aydın bey günaydın,



sitenize meraktan hemen buradan bir göz attım. detaylı olarak evden bakacağız tabii. ellerinize ve yüreğinize sağlık diyorum. eski bursa ve istanbul resimleri çok ilgimi çekti. anlatımlarınızı da okuyacağım . tekrar teşekkürler. saygılarımızla,



Cenk Özçelik, 13 Şubat 2008 çarşamba


-------------------------------


Aydin Bey supersiniz !!!! tebrikler.



Ayşe Siner, 13 Şubat 2008 çarşamba


--------------------------------


Cok guzel. Super bir ani derlemesi. Size cok tesekkurler.Sanki o gunleri yasamis gibi hissettim. Sonsuz sevgi ve saygilarimla



Ali Rıza Tuğluk, 13 Şubat 2008 Çarşamba


----------------------------------


Harika bir site tebrikler tebrikler Aydın beyciğim cok yararlı ve enteresan. Bu sitenizinden faydalanabilecek ve memnunlukla takip edecek dostlar var acaba onlara da izninizle adresinizi iletebilirmiyim ?



Sevgiler ve tüm bu güzel şeylerin devamını getirmeniz dileyiğle



Fügen Evren, 13 Şubat 2008 Çarşamba


------------------------------------


Sevgili Aydın Ağabey;



Çok güzel bir site olmuş.Ellerinize sağlık ve teşekkürler. Saygılar.



Ahmet Dikencik, 13 Şubat 2008 Çarşamba


----------------------------------



Aydın Beycigim ,



bir ara sakin bir zamanda fırsat bulup okumak o güzel anlatımız esliginde kahvemi yudumlarken sizinle beraber gecmiste yolculuk yapmak isterim. Simdiden elinize, yureginize ve super hafızanıza saglık. Sevgilerimle



Özlem Şenkoyuncu, 13 Şubat 2008 Çarşamba


-------------------------------


Sevgili Aydın beyciğim merhaba.



Anılara yolculuk'ta İstanbul'un o eski günlerini sanki yeniden yaşıyormuş gibi keyif aldım. Biliyorsun ben GS lı değilim. 1970 Maçka mezunuyum. O yıllarda İstanbul bir başkaydı.



Geçen sene Sirkeci'deki Orient ekspres'te yaptığımız Eski dostlar yemeğine Yenikapıdan Sirkeciye yürüyerek gelmiştik.Bu yürüyüşten büyük keyif almıştım. Eski günleri ya'dederek beraberce yürümüş ve eski günleri anımsamıştık.



Anılara yolculuk için teşekkür eder, iyi çalışmalar dilerim.



Harun Masatoğlu, 13 Şubat 2008 Çarşamba


-------------------------------------


Aydin bey,



henuz tamamini okuyamadim ama okudugum bolumler ve fotograflar cok guzeldi.Elinize saglik. Selamlar



Sevgül Alper, 13 Şubat 2008 Çarşamba


-------------------------------


Ellerine saglik çok guzel olmus



Ali Meriçboyu, 13 Şubat 2008 Çarşamba


---------------------------------



Ben de Aydın abimiz nerelere kayboldu diyordum. meğer yoğun bir çalışma içindeymiş. Blog'unuzu inceledim, çok beğendim. Yorum bile yazdım. Hayırlı olsun blogunuz.



Çok güzel olmuş. Ellerinize, emeğinize sağlık. Ben de sizden gelen mailleri güzelce derleyip, bir directory açıp saklamaya çalışıyordum. Ama böylesi çok daha güzel oldu ve size çok yakıştı. Sevgiler,



Yelda Dürüşken, 13 Şubat 2008 Çarşamba


-------------------------------



Merhaba Aydin bey,



Dun sayfaniza hizli bir bakis attim, simdi biraz daha bakacagim. Cok guzel olmus ellerinize saglik



Oldukca emek harcamissiniz. Harika gorunuyor



Sevil İnci Cankurt, 15 Şubat 2008 Cuma


---------------------------



Nefis bir arşiv..paylaştığınız için teşekkürler..Saygılar..



Ayfer Çırak, 15 Şubat 2008 Cuma


----------------------------------



Sevgili Ataberklerimiz Bu kadar güzel resimleri bulmak eskiyi bizlere yaşatmak breh breh (Bu aferin demektir.)Ben torunlarla Erim babamla meşgul olduğu için of günümde temiz bir nefes oldu.Her ikinizide öpüyoruz ilk fırsatta buluşmak dileğiyle. Nur. Erim dede(artık amca değil.)



Nursal Tarhan, 15 Şubat 2008 Cuma


------------------------------


Ozenle hazirlanmis bir blog...Teknik olarak kusursuz..Her sayfasini dikkatle okumak gerek...Hazirlayanin eline saglik...



Yorumkar, 12 Şubat 2008


--------------------------------------


Aydın Ataberk'in eseri, beni de çok etkiledi.


Ahmet Kuzucu, 26 Subat 2008 salı