BİRİNCİ GÜN
İstanbul, bizi yoğun bir trafikle uğurluyor. Yaşayacaklarımızın heyecanıyla, sabahın ilk ışıklarında Samsun'a varıyoruz.
Ordu'nun antik ismi Kontoyora. Antik liman şehri demekmiş. Boztepe'de, manzaraya karşı demli bir çay içerek yol yorgunluğumuzu atıyoruz. Fidanpor (güzel kızlar) caddesinde, yağız civanların gezdiğini öğreniyoruz.
İKİNCİ GÜN
Yağmurla yıkanmış, temiz ve serin bir havada, Hekimoğlu ezgileri eşliğinde, Giresun'a doğru yola çıkıyoruz. Ordu'dan sonra artık düz arazi göremiyoruz. Yamaçlar, doğuya doğru gittikçe daha da dikleşiyor.
Sahil yolunun deniz tarafında, T şeklinde dalgakıranlar görüyoruz. Önceleri, bu şekillerin, (isminin baş harfi olarak) Temel'in anısına yapıldıklarını düşünüyoruz. Sonra, bu şeklin, dalga ile gelen kumları tutmak için en uygun şekiller olduğunu öğreniyoruz.
Karadeniz'de, mezarlıklar bile denize karşı. İki rengin, mavi ile yeşilin her tonu var buralarda. Dağ, bayır finduk dolu (yavaş, yavaş bizim de dilimiz yöre konuşmalarına kayıyor). Pizaziz'den, Bulancak'tan geçiyoruz. Pizaziz, Bektaşi pir'lerinin ve azizlerin olduğu yer demek. Yol üzerinde durup, finduk ürünlerinin tadına bakıyoruz. Fındık helvasından bir parça alıyoruz. Finduk her derde deva, ama yerseniz !
Giresun'da bir ada var. Karadeniz'de, üzerinde insan yaşamış olan tek ada. Eski adi Artia. Adada kilise kalıntısı var. Bugün, deniz kuşlarının üreme alanı. Koruma altında. Şimdiki adı Giresun adası. Giresun'da bir gelenek var. Geçmişten günümüze devam eden bir gelenek. Her yıl, Mayıs ayının ikinci haftası, yılın bereketli geçmesi için, bu ada ziyaret ediliyor. Denize taş atılıyor. Şimdi, bu gelenek, Giresun adası festivali olarak devam ediyor.
Giresun kalesine tırmanıyoruz. Giresun'un doğusunu ve batısını seyrediyoruz. Burada bir anıt mezar da var. Topal Osman anıt mezarı. Milli mücadele kahramanı. Ataturk'ün muhafız alay komutanlığına kadar yükselen bir halk kahramanının anıt mezarı. Önünde saygı ile eğiliyoruz.
Yolumuza devam ediyoruz. Keşap, Espiye, Yağlıdere, Güce'den geçiyoruz.
Karadeniz isminin nereden geldiğini merak ediyoruz. Aslında mavi bir deniz. Belki, biraz daha koyu bir mavi. Açık havada masmavi. Sürekli bulutlu olduğu için, rengi koyu görünüyor. 200 metrenin altında, canlı yaşamıyor. Karadeniz sahili 1 690 km. Biz, 700 km'lik bir bölümünü görebileceğiz. Karadeniz'e çok tatlı sulu ırmaklar akıyor. Komşulardan da, tatlı su akıyor. Yağmur yağdıktan sonra, akarsuların denize döküldüğü yerlerde, 500 m civarında su, bulanık oluyor. Denizin dibi doluyor. Yıllar sonra, Karadeniz'i büyük bir çevre felaketi bekliyor. Karadeniz, yavaş, yavaş yok olan bir deniz.
Karadeniz'de farklı kültürler bir arada yaşıyor. Bu bizim zenginliğimiz. Haydar yaylasında, Hemşin'de lazlar var. Artvin'de gürcü'ler var. Trabzon, Komenos'ların doğduğu yer. Komenos bir aile devletiymiş. Bizim Rumca dediğimiz Yunanca konuşulurmuş. Mübadelede gitmeyip, Trabzon'un yüksek kesimlerindeki köylerde kalanlar, kendi aralarında rumca konuşuyorlarmış.
Batı Karadeniz'de yaşayanlar, çok farklı bir aksan ile konuşuyorlar. Sinop'un sahil kesimleri ile, iç kısımlarında yaşayanlar, farklı şivelerle konuşuyorlar. Birbirine çok yakın ilçeler bile çok farklı konuşuyorlar. Konuşmasına bakıp, bir kişinin Akçaabat'lı olduğunu hemen anlayabiliyorsunuz.
Doğuya doğru yolumuza devam ediyoruz. Volkan Konak ezgileri bize eşlik ediyor. Tirebolu'ya geliyoruz.
Tirebolu'nun adı, Tripolis'ten geliyor. 3 şehir demek. " Polis / şehir " eki, daha sonra, " Bolu "ya dönüşmüş. Tirebolu'da, 3 şehir bir arada yaşamış. Limanı korumak amacıyla, liman girişinde bir kale yapılmış. Tirebolu kalesi. Karadeniz'deki kalelerin çoğu, Roma döneminden kalma kaleler. Bu kale de, bir ara, Cenevizlilerin yönetimine bırakılmış.
Doğuya doğru, yolumuza devam ediyoruz. Görele'ye geliyoruz.
Görele'nin ismi, Korolla'dan türemiş. Set anlamına geliyor. Burada dalgakıran var.
Az sonra, Trabzon sınırına giriyoruz. Beşikdüzü'nden, Vakfıkebir'den geçiyoruz.
Vakfıkebir'in ekmeği meşhur. Tekerlek kadar büyük bir ekmek. Özelliği, bayatlamaması, kokusu, lezzeti. Bayatlamamasını, ekşi maya sağlıyor. Maya, ekşiyor, ama bozulmuyor. Vakfıkebir ekmeğinin fırını da özel. Taş fırın olmalı. Zemini ve duvarı tuğla örülü olmalı. Odunu da özel. Meşe odunu olmalı. Ekmeğe duman kokusu sinmeli. Fırının zemin tuğlalarının altında, özel bir toprak ve çakıl karışımı var. Isı yalıtımı yapıyor. Fırın soğumuyor. Vakfıkebir ekmeği, bayatlamadan günlerce yenebiliyor. Vakfıkebir ekmeği Türkiye'nin her yerinde yapılıyor ama, en güzel ekmek, Vakfıkebir'de yapılıyor. Ekmeği yaparken ustalar " havasını " da katıyorlar. Her yıl, ekmek festivali var.
Trabzon, padişah velihatlarının şehzadelik yaptığı bir yer. Rivayete göre, şehzadeleri ile gelen, padişahın annesi Gülbahar Hatun denizdeyken bir fırtına çıkar. Çok korkar. Karaya çıkarsam bir vakıf yapacağım der. Fırtına diner. Gülbahar Hatun kıyıya çıkar. " Vakfıkebir - Büyük Vakıf " isminin buradan geldiği rivayet ediliyor.
Yemekten sonra, Söğütlü, Yıldızlı'dan geçiyoruz. Trabzon'a geliyoruz.
İlk durağımız Gümüşcüler çarşısı. Trabzon'da, hasır örme bilezikler, telkariler, kazaziyeler yapılıyor. Kazaziye, Trabzon'da yapılan bir takı. Yalnızca 3 aile yapıyor. Ucundaki püskül, at kamçısına benziyor. İpekten bükülmüş bir iplik üzerine geçirilmiş.
Trabzon ismi, Roma dönemindeki Trapeza'dan türemiş. Trapez, masa demek. Şehire uzaktan bakıldığında, kale içinde, sur içinde düz bir zemin gibi görülüyor. Bu isim, Osmanlı döneminde Trabezon, daha sonra, Trabzon olmus. Nüfusu 230 000. Karadeniz'in 3 büyük şehri, sırasıyla Samsun, Trabzon ve Ordu. Trabzon'da her yer, bordo-mavi. Trabzonspor, Trabzonlular için, tek değilse bile, en önemli sosyal yaşam. Trabzonspor şampiyon olduğunda ya da küme düşerse, ortalık karışıyor.
Trabzon'dan Maçka'ya geçiyoruz. Maçka'da konaklıyoruz. Yarın sabah Sümela'ya gideceğiz. Maçka'da Sümela Festivalinin son gününe denk geliyoruz. Volkan Konak'ın halk konseri var.
Maçka adı, Maçuka'dan geliyor. Maçuka, maşa (tutacak) demekmiş. Hanımların eli maşalıymış.
ÜÇÜNCÜ GÜN
Bugün Sümela Manastırını gezeceğiz. Karadağ Milli Parkına geliyoruz. Altındere vadisinde, Meryemana deresi boyunca tırmanıyoruz. Sümela Sosyal tesislerinden sonra, yolumuza yaya olarak devam ediyoruz.
Sümela'nın da bir efsanesi var. İki din adamı (keşiş), Kutsal Kara Meryem ikonasının koruyucusudur. Bir gece, iki keşiş de aynı rüyayı görür. Rüyalarında ikona kaybolmuştur. Bir mağara içerisinde görünür. Ses gelir. Keşişlere, gidin, bu mağarayı bulun der. Orayı ibadethane yapmalarını ister. Keşişler mağarayı ararlar. Buraya gelirler. Kutsal Kara Meryem ikonasını buradaki mağarada bulurlar.
Hamsiköy'un rakımı 1 600 metre. Zigana geçidine geldiğimizde, 1 820 rakıma ulaşıyoruz. Zigana tünelinin kuzey bölümünde sis ve yağmur var. Güney bölümü ise günlük güneşlik. Tünelin uzunluğu 1700 metre. En uzun tünel değilse bile, en önemli ve tanınmış tünellerden.
Kardak dinlenme tesislerinde biraz soluklanıyoruz. Köme alıyoruz. Köme, dut pekmezinden yapılan cevizli sucuk. Dut pekmezinden yapılan, ince tabakalı pestilleri var. Katların arasına ceviz konmuş.
Gümüşhane geçiyoruz. Bayburt'ta kete sarayı ile karşılaşıyoruz. Kete'lerinin tadına bakıyoruz. Bayburt'tan sonra, Kop geçidini aşarak, Doğu Karadeniz'e giriş yapıyoruz. Çoruh nehrinin yanında ilerliyoruz. Çoruh, ülkemizde, en yüksek debi ile akan akarsuyumuz.
Of'tan geçiyoruz. Of'lular, Amerika'dan bile önde geliyormuş. Neden diye sorduğumuzda "United States Of America" daki Of''u gösteriyorlar.
Yolumuza devam ederek, Aşkale'den geçiyoruz.
DÖRDÜNCÜ GÜN
Erzurum'da ilk durağımız, çifte minareli medrese oluyor.
İyice dinlendikten sonra, yola devam ediyoruz. Ovit geçidinden geçeceğiz. Yükseliyoruz. Karadeniz'de, 1 800 metrelerde ağaçlar bitiyor. Yaylalar başlıyor. 2 640 metredeyiz. Yaklaşık beş dakikada bir, hava koşulları değişiyor. Durmadan çiseliyor.
Anzer yaylasının 23 km yakınından geçiyoruz. Anzer balının kilosu 1 000 liranin üzerinde. Yılda, ancak 100 ila 150 kilo elde ediliyor. Büyük bir bölümü ihraç ediliyor. Çok şifalı. Bir çay kaşığının ucundan daha fazla yenmiyor.
Yolda karakovan'lar görüyoruz. Bir ağacın yaklaşık 2,5 metre yukarısındaki bir yer oyuluyor ya da bir çatala kovan bırakılıyor. Arının orada bal yapması sağlanıyor. Özellikle gürgen ağacı tercih ediliyor. Bütün bunlar, balı, ayılardan korumak için. Gürgen ağacının gövdesi çok sert olduğu için, ayı pençe batıramıyor. Tırmanamıyor. Karakovan balı, biraz acı. Ayder'de kestane balı var. Bu da kahvaltıda yenmiyor. Şifa için. Kahvaltıda çiçek balı yeniyor.
Gece, Rize'de konaklıyoruz.
BEŞİNCİ GÜN
Bugün, Fırtına vadisini göreceğiz, Kavron yaylasında yürüyüş yapacağız.
Rize, Karadeniz'in en fazla yağmur alan ili. Yılda ortalama 230 gün yağmur yağıyor. Tarihinde en fazla 270 gün yağış almış. Rize, adını Yunanca Riza'dan (kök = dağ eteği) almış. Karadeniz'de, şehir yapısı, doğu - batı yönünde gelişiyor. Rize'liler buna bir çözüm bulmuşlar. Binalar, yukarıya doğru büyüyor. Sahilde 16 katlı binalar görüyoruz.
7 çeşit çay var. Çay uzun ömürlü bir bitki. Kışın bakım yapılıyor. Budanıyor. Serbest bırakılırsa, boyu, 10 metreye kadar uzayabiliyor. Mayıs ayında ilk sürüm yapılıyor (sürüm = hasat). 2 yaprak, 1 tomurcuk kesiliyor. 1 ay bekleniyor. Yapraklar yeniden filizleniyor. Temmuz'da ikinci sürüm, Eylül'de üçüncü sürüm yapılıyor. Ender olarak, dördüncü sürüm de yapılabiliyor. Kesilen çay yaprakları, yol kenarlarında kurutuluyor. Çay makasının bir yanında, torba bulunuyor. Çaylar bağlanıyor. Yola indiriliyor. İndirirken varangele (teleferik) kullanılıyor. Çay, toplama merkezine geliyor. Akşam, kamyonlarla çay fabrikalarına gidiyor. 6 kilo yaş çaydan, 1 kilo kuru çay çıkıyor.
Rize'den başka, Of, Sürmene, Araklı, Artvin'de de çay yetişiyor. Türkiye, dünya çay üretimi sıralamasında beşinci durumda. Sıralama Çin, Sirilanka, Hindistan, Endonezya, Türkiye şeklinde. En sağlıklı çay, ülkemizde üretiliyor. Diğer 4 ülkeye tropikal iklim hakim. Bizde çay, kar altında kalıyor. Bitki zararlıları kar altında üreyemiyor. Diğer ülkeler, bitki zararlılarını önlemek için, ilaçlama yapıyorlar. Bizde, ilaçlamaya gerek kalmıyor. Çay üretimi için, yağış da önemli. Rize'de, yağışlarla, toprak, sürekli yenileniyor.
Önce, Rize bezi dokuma atölyelerini geziyoruz. Karadeniz'de, eskiden kendir bahçeleri varmış. Yasaklanmış. Yerine çay tarlaları yapılmış. Rize bezi, organik bir ürün. % 100 pamuklu. Deyim yerindeyse, gömlekler klimalı. Dokumalar, Rize'ye has.
Fırtına deresinin üzerinde, yanyana iki asma köprü görüyoruz. Bunlar " inat köprüleri ". İki kardeş, darılmış. Her biri, " Ben senin köpründen geçmem " demiş. Yanyana iki asma köprü yapmışlar.
Yeşilin bu kadar farklı tonunu, Kaçkar dağlarından başka yerde göreceğimizi sanmıyoruz. Dere kenarlarında kızıl ağac yetişiyor. Aralarda, kestane var.
Bu kadar kalorili yiyecekleri eritmek istiyoruz. Kavron yaylalarında yürüyüş yapacağız. 2 350 metre rakımdalar. Aşağı Kavron, yukarı Kavron var. Sisler altında. Hava oldukça serin. Ayder yaylasında, gelin tülü şelalesinin yanından geçiyoruz.
Karadenizlilerde silah atma merakı var. Ardeşen, el yapımı silah üretiminde ileri gelenlerden. Önceleri, kaçak olarak yapmışlar. Sonraları bu işi resmileştirmişler. İki silah fabrikası kurmuşlar. İsmini ASİLSAN koymuslar. Ardeşen Silah Sanayi anlamına geliyor. İsmi ASELSAN'dan ilham almış olmalılar. Atmaca 53 modeli silah yapıyorlar ama, kılıfını satın alıyorlar. Bu nedenle, Ardeşenliler için, kılıfı silahtan daha önemli.
Yolda, çok ilginç bir tabelanın yanından geçiyoruz. Tabelada " Osmanlı alabalık tesisleri 100 metre geride " diye yazıyor. Başka bir deyimle, tabela tesisten daha sonra. Merak ediyoruz. Osmanlı alabalık tesislerinin sahibi Yusuf usta. Eskiden yalnız onun tesisi varmış. Gelenler, arkadaşlarına da tavsiye edermiş. Yeni gelenler, bu tesisin, Ayder'de olduğunu zannederlermiş. Tesisi görmeden Ayder'e giderlermiş. Bu olay çok tekrarlanınca, Yusuf usta, bir çözüm bulmuş. Bu tabelayı yerleştirmiş.
Yorgun ama mutlu, huzurlu bir şekilde, gece konaklamak üzere, Rize'ye dönüyoruz.
ALTINCI GÜN
Bugün Gürcistan'a gitmeyi planlıyoruz. Sabah erken kalkıyoruz. Çayeli, Pazar, Ardeşen, Hopa, Artvin, Kemalpaşa'dan geçiyoruz. Rize'den hareket ettikten 117 km sonra Sarp sınır kapısına geliyoruz. Yaklaşık yarım saatte, formaliteleri tamamlayıp, Gürcistan'a giriş yapıyoruz. Vize yok. Yalnız 15'er lira, yurtdışı çıkış harcı alıyorlar. Gürcistan'ın uluslararası adı Georgia.
İçkileri çaça. % 80 alkollü boğma rakı. Sek içiliyor. Denemeye bile kalkmıyoruz. Dünyanın en kaliteli şarapları Gürcistan'da yapılıyor. Ne var ki, reklam sistemleri yok. Bu nedenle kendilerini tanıtamıyorlar.
Kafkasya'da tam 103 ayrı etnik grup ya da halk yaşıyor. En temel ayrışımı din ve dil. Gürcistan'da ise, 30'dan fazla etnik grup yaşıyor. Türkiye'de 10 milyon civarı, Kafkas kökenli insan yaşadığı sanılıyor. Hep beraber, bir bayrak altında yaşıyoruz.
Gürcü para birimi Lari. Lira'nın harflerinin yer değiştirdiğini hayretle görüyoruz. 1 lari: 110 kuruş. Kolaylık olsun diye 1 lari = 1 lira diye hesaplıyoruz. Gürcistan, bizden 1 saat ileride. Telefon sistemleri Geocell.
Herşeyin sonuna " i " koyunca, Gürcüce oluyor. Sarpi, Batumi; Çoruhi bunlara bir örnek. Türkçe'den, Gürcüce'ye geçen çok kelime var.
Karadeniz'de en temiz deniz, Sarp tarafında. Yol boyu uzanan, geniş plajlar görüyoruz.
Batum'a giderken, Çoruh nehrinin üzerinden geçiyoruz. Çoruh, Erzurum'dan doğuyor; Gürcistan'da denize dökülüyor. Batum, Çoruh nehrinin alüvyonları üzerine kurulmuş.
Batum'da çok az trafik ışığı görüyoruz. Merak ediyoruz. Önceleri trafik ışıkları varmış. Kimse uymuyormuş. Sonraları kaldırmışlar. Batum'da 4 ve 5 yıldızlı, yaklaşık 40 - 50 otelin inşaatı devam ediyor. Şehire girerken Dolphinarium'dan (yunus gösteri merkezinden) geçiyoruz. 200 000 nüfuslu Batum'da Dolphinarium olması ilgimizi çekiyor.
Güneş batmak üzereyken Batum'dan ayrılıp, Rize'ye geri dönüyoruz.
YEDİNCİ GÜN
Bugün Uzungöl'e gideceğiz.
Önce Of'tan geçiyoruz. Of'un adı, Yunanca Ofisus, sonra Ofisis'ten geliyor. Yılan gibi kıvrımlı demek. Bu adın, yerleşim yeri ve ulaşım şartları nedeniyle verildiği sanılıyor. Solaklı deresi, yanımızdan akıyor. Çaykara'ya varıyoruz. Çaykara, 4 dağ arasına saklanmış bir Trabzon ilçesi. Adını çaydan almış.
Bugün bölgede yedinci günümüz. Artık, yörenin aksanı dilimize yerleşiyor. Biz de Karadeniz ağzıyla konuşuyoruz. Otiriyrum, biliyrum, geleyrum diyoruz.
Fatsa'ya doğru yola çıkıyoruz. Yolda bir çay fabrikasına uğrayıp, hem çayin nasıl işlendiğini görüyor, hem de çayın nasıl demleneceği konusunda bilgi alıyoruz.
Çay aslında, koyu kahverengi ya da bakır renginde oluyor. Simsiyah çayları almamak gerekiyor. Renklendirilmiş oluyor. Sağlıklı olmuyor. 150 ton yeşil çaydan, 30 ton kuru çay elde ediliyor. Oran 1'e 5 civarında oluyor. Poşet çay içilecekse, yapışkanla yapıştırılan poşetleri kullanmamak gerekiyor. Preslenmis çay poşetleri daha sağlıklı.
Çay demlemenin iki yöntemi var.
Birinci yönteme göre, alttaki çaydanlığa soğuk su, üstteki çaydanlığa yalnız kuru çay konur. Alttaki su kaynayınca, üstteki çaya, yalnız bir noktadan, sıcak su dökülür. Sıcak su, kuru çayın üzerinde gezdirilmez. Alt çaydanlığa biraz, örneğin bir çay bardağı, soğuk su konur. Çaydanlık hafif ateşte bırakılır.
İkinci yönteme göre, alttaki çaydanlığa da, üstteki çaydanlığa da soğuk su konur. Alt çaydanlık ısındıkça, üst çaydanlık da ısınır. Bu yöntemle yapılan çayın tadı daha güzel olur. Çay hiçbir zaman doğrudan haşlanmaz. Demlenmiş çayın tüketim süresi 30 dakika. Çay, yemeklerden hemen sonra değil, en az 45 dakika sonra içilmeli. Sabah kahvaltıda, açık çay içilmeli.
Çay ile ilgili bilgileri aldıktan sonra, yolumuza devam ediyoruz. Trabzon, Tonya, Tirebolu, Giresun, Ordu üzerinden Fatsa'ya geliyoruz. Tonya'da eskiden, eceli ile ölen pek olmazmış. Şimdi öyle değil.
Otele giriş yaptıktan 3 dakika sonra, bardaktan boşanırcasına bir sağnak başlıyor. Kara lahana çorbamızı, yağmur sesi eşliğinde içiyoruz.
SEKİZİNCİ GÜN
Bugün uzun bir gün olacak. 550 km yol yapmayı planlıyoruz. Yolculuğa, gene yağmurlu bir sabahta başlıyoruz. Bu yolculukta en az, hatta hiç kullanmadığımız eşyalar, güneş gözlüğü ve şapkamız oluyor. Bazen şapkamızı, yağmurdan korunmak için giyiyoruz.
" Yine yeşillendi fındık dalları,
Ne olacak, yarin halleri"
türküsü, dilimize dolanıyor. Tempo tutuyoruz. Ünye, Terme, Çarşamba'nın içinden, Yeşilırmak'ın üzerinden geçiyoruz. 7 gün önce bıraktığımız Samsun'a geliyoruz.
Ondokuz Mayıs ilçesinde Şerefeli saat kulesini görüyoruz. Hükümet konağı yapılırken, camiiyi yıkmışlar. Minareyi yıkmamışlar. Minareyi değerlendirebilmek için, üzerine saat koymuşlar. Böylece, Şerefeli saat kulesi ortaya çıkmış.
Bafra'dan geçiyoruz. Bafra bir delta ovasında. Kızılırmak'in beslediği, Türkiye'nin en büyük delta ovası. Yeşilırmak ve Kızılırmak, Sivas'ta, Kızıldağlar'dan doğuyor. Geçtikleri her yere can veriyorlar.
Orta Karadeniz'de tütün tarlalarını görmeye başlıyoruz. Anadolu'da tütünün ortaya çıkışı ile ilgili bir efsane söyleniyor. Amazonların, bir gelenekleri varmış. Savaşa giderlerken, uzun sarı saçlarını keserlermiş. Birgün, savaşa giderken, kestikleri saçları, tarlada bırakmışlar. Döndüklerinde, o tarlada, yeni bir bitkinin yetiştiğini görmüşler. Bunlar tütünmüş. Dikine kurutulan sergilerdeki tütünler, lüle, lüle kızıl bir kadın saçına benziyor. Mitoloji böyle diyor.
Sahil ilçesi Gerze'den sonra, ülkemizin en güzel yerlerinden biri olan Sinop'a giriyoruz. Geruze, günümüze Gerze olarak gelmiş. Sinop'ta günlerdir yüzünü görmediğimiz güneş, bizi bir yakalıyor, bir daha hiç bırakmıyor. Ülkemizin en kuzey noktası İnceburun da Sinop'ta. İsmi, mitolojiye dayanıyor. Irmaklar tanrısının kızı Sinope, güzeller güzeliymiş. Tanrıların tanrısı Zeus ise çok çapkınmış. Rivayete göre, Zeus, Sinope ile karşılaşmış. Aşık olmuş. Sinope hic yüz vermemiş. Zeus, ısrar etmiş. Sinope kesin kararlıymış. Zeus, aşık olduğuna inandırabilmek için, bu toprakları, Sinope'ye armağan etmiş.
Sinop, Karadeniz'in, özgün halini koruyan, ender kentlerinden biri. Bunun nedeni ise, ulaşımının zor olması. Sinop, ülkemizde trafik ışığı hiç olmayan tek şehir.
Millattan önce 300'lu yıllarda, Diyojen de burada yaşamış. Diyojen'in Büyük İskender'e, dile benden ne dilersen sözüne karşı "Gölge etme, başka ihsan istemem " dediği rivayet ediliyor.
1 360 metrede, Dranaz geçidini aşarak, Boyabat'a iniyoruz. Fahriye abla şiirini yazan Ahmet Muhip Dranaz, soyadını buradan almış. Boyabat, Gökırmak tarafından sulanıyor. Pirinç yetiştiriliyor. Boyabat'ın pirinci meşhur.
Eski devirlerde, ticaret yapan kervanları korumak için hanlar yapılırmış. Hanlar, birbirlerinden yaklaşık 20 ila 40 km uzaklıklarda olurmuş. Bu mesafe, coğrafi şartlara göre, bir kervanın, bir günde alabileceği ortalama mesafeymiş. Zamanla, hanların etrafında yerleşim yerleri oluşmuş. Bugün de, bu yerleşim yerlerini ve bu ulaşım yollarını koruyoruz. Hanönü - Taşköprü - Kastamonu bunlara bir örnek. Taşköprü'nün sarmısağı meşhur.
Kastamonu'nun girişinde, çok eskiden bir tabela varmış. " Taş düşebilir, ayı çıkabilir " yazıyormuş. Kastamonu'da tomruk kesimi varmış. Tomruk kesimi, kışın da devam ediyormuş. Tomruklar devrilirken, ayı inine zarar verebiliyormuş. Ayı kızgın olabiliyormuş. Bu tabelanın, Kastamonulularla hiçbir ilgisi yokmuş.
Gece, Kastamonu'da konaklıyoruz.
DOKUZUNCU VE SON GÜN
Kastamonu'da güneşli bir sabah ile uyanıyoruz. Kaskalar (Gaztumanlah diye okunuyor), Hititlilere komşuymuş. Hititliler, Gaztumanlah'ı hiç mağlup edememiş. Kastamonu daha sonra, Paflagonya bölgesi olarak adlandırılmış. Kastamonu'daki evler çok güzel. Orta Karadeniz bölgesinde, bu mimari yapı yaygın.
Saat kulesindeki saatin de bir öyküsü var. Adı, sürgüne gönderilen saat. Saat, önceleri, Dolmabahçe sarayının yakınlarındaymuş. Rivayete göre, padişahın zevcesi, saatin gong sesiyle, çocuğunu düşürmüş. Abdurrahman Paşa, saati Kastamonu'ya getirmiş.
Hükümet Meydanında, Şerife bacı'nın anıtını ziyaret ediyoruz. Öyküsü biraz acıklı. Şerife bacı, Kurtuluş savaşında mücadele edenlerden. Kağnı arabasıyla, cepheye top mermisi taşıyormuş. Gece sevkiyat yaparken, soğuktan donarak ölmüş. Çocuğu kağnı arabasının üzerindeymiş. Sabahleyin çocuğun ağlayan sesi duyulmuş. Koşmuşlar, bakmışlar. Şerife bacı soğuktan donarak öldüğü halde, top mermilerinin üzeri battaniye ile örtülüymüş. Bu derece yüce bir kadınmış Şerife bacı !
Kastamonu'nun bir çok özellikleri var. Atatürk, şapka devrimini Kastamonu'da ilan etmiş. İzmir işgal edilince, ilk kadın mitingi, Kastamonu'da düzenlenmiş. Mehmet Akif Ersoy, İstiklal marşının sözlerini, ilk olarak Nasrullah camii'nde, bir cuma hutbesinde, Türk halkına duyurmuş.
Nasrullah efendi camiini, şadırvanını, hamamını, medresesini, çarşısını geziyoruz.
Kastamonu'nun bir şehir efsanesi var. " Kastın neydi Moni ? " diye biliniyor. Bizans döneminde, bazı yerler, Osmanlılar tarafından işgal edilmeye başlanmış. Bir Türk komutan, Kastamonu'yu almak istemiş. Alamamış. Pusuya yatmış. Tekfurun kızı varmış. Adi Moni'ymiş. Komutanla Moni, birbirlerini sevmişler. Moni, Kastamonu kalesinin anahtarını komutana vermiş. Şehir düşmüş. Tekfur, kızına " Kastın neydi Moni, bana bunu yaptın ? " demiş.
Safranbolu, korumacılığın en yoğun olarak kullanıldığı yer. 1975 yılında, Anıtlar Yüksek Kurulu, burayı sit alanı ilan etmiş. Aralık 1994'te, Unesco, burayı, Dünya miras şehri ilan etmiş. Yaklaşık 800 konak var. Eski Safranbolu, 600 metrede. Kışlık olarak kullanılıyor. Yeni Safranbolu 1250 metrede. Yazlık olarak kullanılıyor.
Konakların alt tarafı taştan yapılıyor. Burası hayat bölümü. Üst katlar ahşap yapılıyor. Evler, üst katlara doğru, dışarı çıkıntı yapıyor. Mimari yapı, sokağı daraltmıyor. Kastamonu'da 4 büyük höyük (şehir kalıntısı), 32 tümülüs (mezar) var.
Sevgili Karadeniz, her sey icin sana, binlerce kez tesekkur ederiz !
Orada bir köy var uzakta. O köy, bizim köyümüz ! Şair ne demiş ? Gitmediğiniz yerler, sizin değildir demiş.
4 yorum:
Sevgili Aydin Agabey,
Karadeniz gezi yaziniz cok ilginc.
GSLAAG'ye de yollamayi dusunur musunuz?
Saygilar,
Hatice Günay, 5 Ağustos 2008
---------------------------------
Sevgili Aydede;
Ben de çoktandir sesin çikmadigi için meraklanmaya ba$lami$tim. demek ki bu 4000 km'lik yolculukmu$ seni bizlerden uzak tutan... Ellerine saglik güzel bir röportaj getirmi$sin yolculugundan.
Hasretle gözlerinden öperim
Sava$ Manço, 5 Ağustos 2008
----------------------------------
Sevgili Aydin;
Valla helal olsun: yazini bir solukta okudum!.. Ellerine, dillerine saglik!.. her halde gelecek yaz bu yolculugu programa almak gerekecek In$allah!..
Gari$ ve Sevgi dileklerimle
Sava$ Manço 479,5, 5 Ağustos 2008
---------------------------------
Sevgili Aydın,
Seni gurme grubu work shop toplantısında tanımaktan bir kere daha serefyad oluyorum. Karadeniz gezin ve seyahatnamen muthiş.
Acaba bir tur ile mi gittin yoksa tamamıyle "A L'AVENTURE" MÜ.
Yani diğer bir deyişle gezi programnın nasıl hazırladın yanınızda bir rehber varmı idi.
Kendi arabanızla mı gittiniz. Biz de buralara gitmek istersek nasıl gideriz.
Sevgiler,
NEORAY AJI 101/102, 6 Ağustos 2008
---------------------------------
MERHABALAR AYDIN BEY, SÜPER BİR ALBÜM OLMUŞ.9 GÜNLÜK BİR GEZİ ANCAK BU KADAR GÜZEL ÖZETLENEBİLİR. ELLERİNİZE SAĞLIK...BÜYÜK ŞEHİRLERDE YAŞASAKTA...BİR YANIMIZ HEP ORALARDA OLACAK...SONSUZ TEŞEKKÜRLERRRRRRR.
ESEN KALIN
ŞÜKRAN DURGAN, 6 Ağustos 2008
----------------------------------
Aydin Bey'cigim,
Elinize dilinize saglik....sabah sabah yazinizla gune muthis bir baslangic yaptim. Tek kelimeyle ozetlemek gerekirse yazinizi Karadeniz'i gormus gezmis gibi hissettim kendimi...Boylesine guzel bir yaziyi bizlerle paylastiginiz icin sonsuz tesekkurler...
Onumuzdeki yillarda tatil planlarima kesinlikle Karadeniz'i koyuyorum. Tur ile gittiniz herhalde degil mi? Bir de kac kilo alarak dondunuz? ;)) Dogasiyla, yemekleriyle, tarihiyle Karadeniz gorelesi bir yer olsa gerek....
Dusundum de sizin gibi anilar yazmak cok keyifli olabilir... Yapmayi deneyecegim ;))
Sagliginiz neseniz hic bozulmasin hep boyle gezin dolasin ve bunlari bizimle paylasin ...
Sevgiler
Aysen Yılmaz,6 Ağustos 2008
---------------------------------
Aydin Beycigim gunaydin,
Mailinizi gece 2de okudum..
Harika yazmissiniz..
Gezi planlarimi degistirdiniz neredeyse... O kadar yol yapip, butun ayrintilari bize aktarmaniz, gercekten cok guzel... Size iyi dinlenmeler diliyorum 4000km. sonunda..
Sevgilerimle
Tatil plani yapmaktan vazgecen Tamer Yiğit, 6 Ağustos 2008
----------------------------------
Sevgili Aydin,
Sag salim dondugune cok sevindim.
Yazina bir goz gezdirdim ve tavsiyene uyarak yaziyi belgesel olarak kaydettim. Tek eksik bir harita sen onu da yaparsin. Savas'in dedigi gibi bize rehber olur.
Tekrar hosgeldin ve tekrar tesekkurler.
Melih Kayahan, 6 Ağustos 2008
---------------------------------
Aydın,
Tebrik ederim,çok güzel olmus.
Ben de 17 Agustos'ta Dogu gezisine çıkıyorum, bakalım seninki gibi derleme yapabilir miyim...
Kemal Suman, 6 Ağustos 2008
----------------------------------
Aydincigim hosgeldin.
Seyahat notlarini bizimle paylastigin icin cok tesekkurler. Gercekten dort dortluk bir gezi olmus. Hele Gurcistana gecip Batumu gezmekle ne kadar iyi yapmissiniz. Nefis fotograflar ve mukemmel anlatiminla bizlere de oralari bir an once gezmek ve o lezzetleri tatmak arzusunu (hatta tutkusunu) verdin. Ilk firsatta gidecegiz.
Sevgiler, selamlar,
Erdal Musoğlu, 6 Ağustos 2008
-------------------------------
Sevgili Aydın Ağabey,
Bizlere, oturduğumuz yerde güzel bir Karadeniz turu yaşattığın için teşekkür ederim. Gerek resimlerine gerekse akıcı anlatımına hayran oldum. Ama sanırım bizim de bunları yaşamamız, bu seyahati yapmamız şart.
Halim Akbaş, 6 Ağustos 2008
---------------------------------
Aydın Abi,
Çok çok güzel yazmışsınız, fotoğraflarda mükemmel.
Elinize sağlık. Geziyi yapmış hissettim.
Saygılar
Fazil Seyhanli, 106, 6 Ağustos 2008
---------------------------------
Aydin Bey süperrrrrrrrrr valla içim gitti,maalesef Sinop’a kadar olan kimsi biliyorum,umarim birgün gideriz,gitmis kadarda olduk sayenizde gercekten tesekkür ederim.
S.Ayse SINER, 6 Ağustos 2008
----------------------------------
Merhabalar Aydın Bey
Yazılarınız ve çektiğiniz resimler mükemmel olmuş. Tam olarak okuyamadım ama müsait olduğumda ilk işim detaylı incelemek olacak.
Ellerinize ve yüreğinize sağlık.
Sevgilerle...
Nuran Durgan, 6 Ağustos 2008
---------------------------------
Aydın Abi,
Bu sabah, mail’leri tararken, tabii, senin mesajını gördüm, ve sonuna kadar okudum. Ellerine sağlık, çok güzel bir anı olmuş. Bizlerle paylaşmanda ayrı bir güzellik.
Süha Doratlı 101, 6 Ağustos 2008
--------------------------------
Agabeylerim,
Aydin Agabey'inki kadar kapsamli olmasa da, gecen sene ben de cocuklarla benzer bir Karadeniz
turu yapmisdik. Yalni ben sadece bir rehber tutup, seyahat acentesi kullanmayip mumkun oldugunca da yerel, yayla otel veya evlerinde kalmistim.
Gercekten de gorulmesi sart olan bir bolge; ozellikle de Firtina Vadisi olaganustu.
Ben daha onceden de gidip cok memnun kalmadigim icin Uzungol'u programa almamistim; Ayder maalesef hergun biraz daha turistik hale geliyor ama Borcka Karagol ve onun ust tarafindaki yaylalar cok guzel.
Isteyenler icin rehberimizin bilgilerini gonderiyorum; kendisi cok keyifli, gercek bir Trabzonlu; Mustafa Akbulut (0 530 312 48 66)
Herkese simdiden iyi kesifler diyorum.
Ertan Akış, 110, 6 Ağustos 2008
----------------------------------
Aydın abiciğim sizi tanıdığımız için kendimizi çok şanslı hissediyoruz.Anlatımınız mükemmel bilgilerinizi bizimle paylaştığınız için çok teşşekkür ederiz. Elinize kaleminize sağlık bedenen dösekde aklımız Karadenizin güzelliklerinde kaldı.Görüşmek dileyle sağlıklı hayırlı günler diliyorum.
Türkan Durgan, 6 Ağustos 2008
---------------------------------
Sevgili Aydin,
Yine mutevazi tavrini takinip beni sirkette 3,5 saat ekran basinda tutmayi basardin.
Bize sundugun fotograf sayisi web sitesinin rakamlarina gore 1025. Oyle 400 kusur falan degil.
Tabii az kaldi diye diye sonunu bulduk. Ama zevktende 4 kose oldum.
Eline saglik.
Sevgiler,
Melih Kayahan, 6 Ağustos 2008
--------------------------------
Aydın Ağbi,
Fotoğraflarla renklendirdiğin bu güzel yazından ve de önceki yazılarından soran sanan Aydın Çelebi desek de olur gibi geliyor. Gidecek olanlara çok güzel bir rehber olmuş ellerine sağlık.
Mehmet Önder 113, 6 Ağustos 2008
----------------------------------
Sevgili Aydin,
yazi ve resimlerine sööööyle bir göz attim, ama isten kovulmamak icin hemen GSL97 dosyasina
koydum. Söööyle bos ve keyifli bir zamanimda bakacagim. Cok ilginc cok tesekkürler. Biz de yakin bir gelecekte Karadeniz kiyilarimizi tanimayi düslüyorduk. Iyi rehber olacak.
Sevgilerimle
Mehmet Dirik, 6 Ağustos 2008
----------------------------------
Aydın abıden ozendım tatıl anılarını yazabılırım. Korcula adasındayız on gundur. Ucuz ve keyıflı oldugu ıcın yazmayı dusundum.
Halıl Akgul, 6 Ağustos 2008
--------------------------------
Sevgili Aydın,
Çok teşekkürler zahmetlerin için.
Sevgiler.
Erhan Keleşoğlu, 6 Ağustos 2008
-----------------------------------
Seni kutluyorum...Dolu dolu yaşamasını bilen bir insansın... Enerjine de hayranım. Fotograflar gerçekten çok güzel ve kusursuz... Bunda, biraz da kıskançlık psikozu ile, Nikon'un payı büyük diyeceğim geliyor ama ankadraj hatası bile yok...Kompozisyonlar çok çok iyi keyifle izledim...Yazıların tamamını okudum dersem inanma...5 yıllık kalkınma planıma aldım ama...
Taner Saka, 6 Ağustos 2008
----------------------------------
Aydin'cigim,
Bir defa daha 12'den vurdun...Bu seyahatnameyi yudum yudum icmek ve hazmetmek gerek...
Cok tesekkur ederim,boyle guzel bir eseri hazirlayip bana da yollamis olmana..Inbox'da uzun bir sure kalacak ve tekrar tekrar okuyacagim...
Basarilarinin devamini diler, saglikli ve mutlu gunler dilerim...
Yasar Tapan, 6 Ağustos 2008
---------------------------------
Aydin Ağabey,
Başima dertler açtin.
Hanım 101 den sinif arkadaşim Izci Bunyamin ve Burhan’in amca kizi, bak her yere gidiyoruz hala Karadenize goturmedin dedi…
Detay vermiyor kibarca geçiyorum…!!!
Ancak 2009 programi belli oldu.
Bir eksik var.
Batum’daki sofra… Adi Nedur? Sir midur?
Sanki kendimiz dolasmis gibi olduk. Keyif ve gipta ile okuduk. (Kiskançlik’in başka dildesu)
Kalinan yerler, fiyatlar ,başka detaylar var mu?
Haçan gideceguz da !!
Yolcu Imam dit Munir (Salih Münir Yaraş)101-106 (Giriş 1957-çikis 1974), 6 Ağustos 2008
---------------------------------
Selam Aydın bey nasılsınız resimler çok güzel yazınızıda okudum mükemmel olmuş ben çoğunu unutmuştum yazınız sayesinde hatırladım meğer ne çok yer gezmişiz.
eşinize çok selam.
Gülizar Büyük, 9 Ağustos 2008
----------------------------------
Merhaba
Abi çok güzel anlatmışsın,ben de 2-3 hafta evvel Rize Ayder yaylasında kaldım 1 hafta sonra diğer yaylalar,Sümele manastırı.. Bunları okumak çok keyifli oldu.
Haluk Sezgin maili için teşekkürler
Efe Cal, 25 Ağustos 2008
---------------------------------
Oh oh oh.
Ben bu yaziyi yeni okudum Aydin Bey. Ne guzel gezmissiniz! Yazinizi ikinci surum yesil cayimi icerken, bir cuma aksam uzeri, sakin kafa ile okuma keyfine vardim.
Ben yalniz dogu karadeniz'i gezeceksiniz saniyordum, bakiyorum Sinop, Kastamonu uzerinden Safranbolu bile yapilmis...
Karadeniz'i Samsun'a kadar gormustum, ancak siz esas merak ettigim dogu tarafini da gormussunuz, ne guzel.
Efendim dikkatimi celb etmedi degil, bu seyahatte tereyagin ayari biraz fazla kacmis galiba:)
Seattle'a geldiginizde size Kackar'larin kardes yesillerini gostermek umidiyle mesajimi noktaliyorum.
Kaleminiz hic tukenmesin, eylemlerinizi bekliyoruz...
Devrim Aslı Okurgan, 30 Ağustos 2008
---------------------------------
Tesekkurler Aydin bey.Epeyce emek verilmis bir dosya. Mutlaka yapacagimiz(kismetse) gezide isimize cok yarayacaktir.Gezi yapmasak da yapmis kadar olabiliriz sayende. Selamlar.
Ragıp Gürkan, 1 Eylül 2008
---------------------------------
Aydın Bey;
Ellerinize sağlık; oralar kadar güzel bir çalışma olmuş. Gitmiş kadar olduk. Methini hep duyardık, bir kere daha gördük ama henüz gidemedik oralara. İnşallah ileride. Bizlerle de bu çalışmayı paylaştığınız için teşekkür ediyoruz. Hoşcakalın.
Cenk Özçelik, 6 Ağustos 2008
----------------------------------
mrb ben aslıhan köseoğlu bir karadeniz bu kadar güzel anlatılır ilimizin bu kadar güzel olduğunu herkes görsün bu güzelliği koruyalım bu güzelik hiç bir yerde yok aydın bey ellerinize saglık süperrrrrrrr......
ne kadar da güzel anlatmışsınız ,bir masal okurcasına etkilendim emeğ,ze teşekkürler
Sevgili Aydin Karadeniz'"I Sakip Aga'ya danismani Babur Ardahan, aviukati Muserref cimcoz ve yazar Nezihe Araz ile gezdirmistik.Hopa'da 1985'te durbunle Rus tarafina bakmak yasakti a dynamite balok avlamak serbestti
Samsun"da Teoman Erzurumlu ,Rize"de Suat Inanc ve Piraziz'de gsl77 Naim Tirali icin Fatihalari unutmuşsun,pizazz degil PIRAZIZ
saglicakla
Yorum Gönder