Okul günlerimiz, gençlik yıllarındaki anılarımız ...

Merhaba, yazılarımı paylaşabilirsiniz, sonuçta paylaşmak için yazıldılar... Ancak lütfen emeğe saygı gösterin, isimsiz kullanılmalarına müsade etmeyin.

İlginize teşekkür ederim.


Bir başka olur köy düğünleri ... - Ekim 2009


Köy düğünlerinin de mevsimi vardır. Yazın çoğu yerde kavurucu sıcak vardır. Gündüzü de, gecesi de dayanılmaz olur. Yaylalara çıkılır. Düğün, ilkbaharda yapılmadıysa, sonbaharın gelmesi beklenir. Eylül, Ekim ayları en uygun aylardır. Kasım'dan sonrası da düşünülmez. Havalara pek güven olmaz.

Bursa'da, Keles ilçesine bağlı Davutlar köyündeki düğünün de, bütün bu etkenler göz önüne alınarak, Ekim ayının üçüncü hafta sonunda yapılması kararlaştırılmış; taraflara söylenmiş; hazırlıklar başlatılmış; çalgıcılar ayarlanmış. Muhtar Mustafa Uyanık bizleri de davet ediyor. Biz de, uzun süredir, geleneksel bir köy düğününe katılmak, onu hissetmek, yaşamak istiyorduk. Daveti seve seve kabul ediyoruz.

24 Ekim 2009 cumartesi günü, öğlene doğru, Bursa'dan yola çıkıyoruz. Yazdan kalma bir hava var. Sıcaklık, bölgesine göre, 22 - 25 derece arasında. Pırıl, pırıl, yağmursuz, rüzgarsız bir hava. Neredeyse, otomobilimizin klimasını bile açacağız. Geniş, asfalt bir yol önümüzde keyfli keyifli uzanıyor. Arada bir durup, buz gibi akan çeşmelerden yüzümüzü yıkıyoruz; sağa, sola uzanan patikalarda, birkaç adım atıyoruz. Doğa ile daha çok içi içe olmak istiyoruz.

Sonbaharda, Uludağ o kadar güzel ki! Yeşilin her rengi, sarının her tonu, kırmızının her çeşidi bizi karşılıyor. Yolun her kıvrımında, karşımıza başka bir manzara çıkıyor. Hiçbirini kaçırmak istemiyoruz. Fotoğraf makinamıza çok iş düşüyor.

Yol boyundaki köylerde kısa molalar veriyoruz. Köylülerle selamlaşıyoruz. Durali dede'nin (belki de Dur-Ali) isminin nereden geldiğini soruyoruz. Tokalaşıyoruz. Hal, hatır soruyoruz. Gönüllerini, hayır dualarını alıyoruz. Getirdiğimiz armağanları, bölüm, bölüm paylaşıyoruz. Yola çıkmadan, otomobilimizin arka koltuklarını yatırmış, bagajı ve arka bölümü tavana kadar doldurmuştuk. Yol boyu, hafifliyerek ilerliyoruz.

Keles ilçesini geçtikten sonra, "Kozağacı vadisi" karşımızda beliriyor. Muhteşem bir manzara var. Fotoğraf makinamız anlatmak için yeterli olmuyor. Belki de film çekmeliydik. İrili ufaklı 13 köy, yamaçlara serpiştirilmiş. Yol, bizi önce vadinin dibine götürüyor, sonra tırmanmaya başlıyor.

Bursa'dan çıktıktan sonra tam 81 kilometre sonra "Davutlar köyü" tabelası bizi karşılıyor. En kolay buluşma merkezi olduğu için, muhtar bizi caminin avlusunda bekliyor. Arabayı görür görmez, yüzü aydınlanıyor. Hemen koşup yanımıza geliyor. Davutlar köyü 130 hane. 3 mahallede, 580 kişi yaşıyor. Gençlerin çoğu köyü terketmiş ama bağlarını koparmamış. Düğün nedeniyle, hepsi o gün köye gelmiş. Köyde, diğer günlerde, daha çok, çocuklarla yaşlılar göze çarpıyor.

Derviş Mehmet dede, köyün en yaşlılarından. 83 yaşında. Aslan gibi delikanlı. Zamana meydan okurcasına dimdik ayakta. Çok muhterem. Uzun uzun sohbet ediyoruz. Eşi rahmetli olmuş. Oğlu ve gelini ile birlikte yaşıyor. Ayağındaki aba pantalon, içindeki boğazı düğmeli fanila, örgü kazağı, yün beresi ile kendini koruyor. Birlikte olduğumuz süre içinde gözlük taktığını hiç görmedik. Daha çok uzun yıllar sağlıklı yaşamasını diliyoruz.

Kısa bir moladan, bardak bardak içilen çaylardan sonra, muhtarımızın eşliğinde, köyde bir gezintiye çıkıyoruz. Köyü daha yakından tanımak istiyoruz. Hiç çivi çakılmadan, tahta kalasları birbirleri üzerine geçirerek yapılan otlukların (samanlıkların) öykülerini soruyoruz. Köyde, bunlardan sadece üç tane kalmış. Diğerleri zamana yenik düşmüş. Yerlerine modernleri yapılmış. Kiremitlerinin bir bölümü eski, bir bölümü daha yeni. Önünde, oturmak, dinlenmek için tahta bir sıra var.

Evlerin alt katları genelde "taş yığma" yöntemiyle yapılmış. Belirli aralıklarla konan tahtalar, hem düzgünlüğü sağlıyor, hem de sağlamlığı artırıyor. Üst katlar ise daha çok kerpiçten. Evlerin arasındaki bahçe duvarları ise, sadece büyükbaş hayvanları engellemeye yarıyor. Kediler, tavuklar, rahatlıkla her yere girip, çıkabiliyor.


Gezdiğimiz köylerde, evlerin oturma bölümüne çıkan taş merdivenlerin korkuluklarını görmekte güçlük çekiyoruz. Bize çok tehlikeli geliyor. Kemaliye'deki ev (ikinci fotoğraf) şimdi terkedilmiş ama, bu evde 7 çocuk büyümüş. İnanamıyoruz. Karlı havalarda nasıl yapıyorlardı acaba?

Bir merdiven altında, kaderine terkedilmiş büyük bir küp ile karşılaşıyoruz. Bir dili olsa da, neler yaşadığını bize anlatsa; neleri barındırdığını, kimleri beslediğini bir bir söylese. Ya işlevselliği yerini plastik bidonlara kaptırmış ya da sahipleri bu diyardan uzaklaşmış.

Bir kenarda buluduğumuz yaşlı düveni yanımıza alıp, şehir müzesine götürmek için izin istiyoruz. Düvenin bütün taşları dökülmüş. Çok sağlam ağaçtan yapılmış olmalı ki, bütünlüğünü hala koruyor. Tozlarını, topraklarını oracıkta temizleyiveriyoruz. Artık, unutulmuşlar arasında olmayacağını kulağına fısıldıyoruz.

Muhtarımızın iki evi var. Avlu girişinin üzerinde eski evi, şimdi ambar olarak kullanılıyor. Kışlık yiyecekler, cevizler, yufkalar, biberler, salçalar, turşular ... orada serinde saklanıyor. Odalarının çok özgün renkleri var. Yer döşemelerinin arasında, boşluklar oluşmuş ama boyaların rengine hiçbir şey olmamış. Buram buram tarih kokuyor.

Köy sokaklarını adım adım dolaşırken, tonton bir teyzeye rastlıyoruz. Evinin önündeki eski bir koltukta bir yandan güneşleniyor, bir yandan dört tığ ile çorap örüyor. Biraz sohbet ediyoruz. Penceresinin önünde çok küçük bir bahçe var. Domatesler kırmızı kırmızı olmuş. Siyah erikler, birkaç tahta sandık içerisinde güneşe serilmiş. Belli ki, pek bir yakını yok. Selam veriyoruz. Tatlı tatlı anlatmaya başlıyor. Elindeki çorap henüz bitmemiş. Bitmeye yakın olsaymış, bize hediye edeceğini söylüyor. Düşüncesi için çok teşekkür ediyoruz. İster istemez yanından ayrılıyoruz. Gene uğrayacağımıza söz veriyoruz.

Yolumuz, damat evininin önünden geçiyor. Düğünlerde damat evine bayrak asmak adetmiş. Bu evde de bayrak var. Tatlı bir telaşe sezinliyoruz. Yalnız, ev ahalisi değil, yardıma gelenler de, ellerinde kovalarla, torbalarla, merdivenleri bir inip, bir çıkıyorlar. Bir yanda, büyük bir kazanın altında ateş hiç sönmeden yanıyor. Her an, sıcak su bulunuyor. İskemleler, masalar, kaşıklar temin edilmiş. Nevaleler düzülmüş. Bu işin erbabı olan bir aşçıya teslim edilmiş. Artık gözler saatte. Hiçbir aksaklık olsun istenmiyor. Herkes yardım ediyor.

Köyde, düğün heyecanı herkesi sarmış. Büyük, küçük dinlemiyor. Çocuklar pür neşe. Yerlerinde duramıyorlar. Tuğba, Fatmanur ve Şevval birbirlerinden hiç ayrılmıyorlar. O kadar sevimliler ki!

Elif, biraz daha büyük. Başındaki yemenisi al kırmızı. Ay yıldız motifli. Boncukları, kolyesi tastamam. Annesi ile birlikte poz veriyor. Gelin olacağı günü bekler gibi.

Arife kız ise, işlemeli yeleğini pek bir gururla taşıyor. Bize biraz utanarak poz veriyor. Aslında, damat evinde önemli bir görevi var. Durmadan merdivenlerden bir aşağı, bir yukarı koşuyor. Belli ki, getir, götür işleri onda. Bunları, büyük bir sevinçle yapıyor. Fazla tutmuyoruz. Acelesi var. Hemen işine koşuyor.

Zaman ilerliyor; köy yavaş yavaş geceye hazırlanıyor. Saat 20.00'ye doğru, köyün meydanında şölen ateşi yakılıyor. Hava şartları elverdiği verdiği için, eğlence dışarıda olacak. Meydanın etrafına iskemleler, masalar dizilmiş. Çocuklar, hemen ateşin üzerinden atlamaya başlıyorlar. Küçüklerden biri, yanlışlıkla ateşin tam ortasına basıyor. Hemen koşuyoruz. Zaten o da, sıçrıyor. Bir şey olmadan ucuz atlatıyoruz.

Derken, yatsı namazı bitiyor; cami boşalıyor. Aynı anda, müzik de başlıyor. Yöresel havalar var. Elektronik bağlamadan yayılan nağmeler, bekleyenleri coşturmaya yetiyor. Zaten, düğün demek, eğlence demek. Hiç kimse nazlanmıyor. Komşu köylerden de gelenler var. Buraların adetine göre, bir köyün gençleri hep birlikte oynuyor. İlk önce, "Durak köyü gençleri" ateşin etrafında çember oluyor. Eller havada. Adımlar ritmik. Dönüyorlar, ateşe yaklaşıyorlar, halkayı büyütüyorlar, kendilerini müziğin ritmine bırakıyorlar.

Sıra damada, sağdıçlara ve arkadaşlarına geliyor. "Halil"i ilk defa orada görüyoruz. Tığ gibi delikanlı. Yakışıklı. Gün, onun günü. Sabahtan Keles'e gidip, damat traşını olmuş. Damadın ve arkadaşların omuzlarında hep aynı desende eşarplar var. "Eşarp" diyoruz, asıl adını bilmiyoruz. Şimdi meydan onların. Şevkle oynuyorlar.

Sağdıçları ve arkadaşları, damadı hiç yalnız bırakmıyor. Ateşin başına çöküyorlar. Yanlarına gelen küçük çocuklara hiç dokunmuyorlar. Neden dokunsunlar ki? Onlar da ileride damat olmayacaklar mı? Şimdiden görsünler nasıl damat olunacağını.

Oyun oynayanların, dans edenlerin giysilerindeki ayrıntılar gözümüzden kaçmıyor. Bazı gençlerin sırtında ay yıldız var. Düğün değil, sanki bayram var. Bu gece, Davutlar köyününün bayramı!

Saat 22.30'a geliyor. Şimdi, hep birlikte gelin evine gidilecek. Geline kına yakılacak. Bunun da adetleri var. Bütün gençler, damat evinin bahçesinde toplanıyor. Ricamız üzerine, önce, objektife bir poz veriliyor. Damat evinde, kına tepsisi hazırlanıyor; süsleniyor. Üzerine mumlar dikiliyor. Damadın ailesi de bahçede. Herkes tamam olunca .....

..... kafile, darbuka eşliğinde yola çıkıyor. Bir cümbüş ki sormayın. Gençlere sokaklar dar geliyor. Öyle hızlı ilerlemek yok! Yavaş yavaş, sindire, sindire, adım adım. Biz de gece hiç bitmesin istiyoruz. Şarkılara eşlik edemesek bile, fotoğrafçı olmanın ayrıcalıklarından yararlanarak, kafilenin önüne geçiyoruz. Damat orada. Herkes kol kola girmiş. Bir ağızdan türküler söyleniyor. Gençler arada bir yere çömeliyor. Sonra tekrar kalkıp, yollarına devam ediyorlar.


Şimdi, düğünün en yadırgadığımız bölümüne geliyoruz: gece boyunca tabancalar susmuyor. Muhtarı uyarıyoruz. Bu olayların düğün geleneklerinden biri olduğunu söylüyor. İçimizi rahatlatıyorlar: tabancalar kurusıkıymış. Yalnız barutmuş, çekirdek yokmuş. İnanmak istiyoruz. Tabanca atmanın de bir geleneği var. Kimi seviyorsanız ya da kimi seçiyorsanız, onun yanına gidip, tabancayı olabildiğince ensesine doğru yaklaştırıp, namluyu havaya döndürüp, tetiğe basıyorsunuz. Başlayınca da, durmak yok; şarjörü bitiriyorsunuz. Bu gelenekten en çok damat nasibini alıyor. İster istemez gürültüden biz de etkileniyoruz. Barut kokusu genzimizi dolduruyor. Tabanca atışları, sabaha karşı üçe kadar, müzik susuncaya kadar, aralıksız devam ediyor.

Damadın kafilesi sokaklarda ağır ağır ilerlerken, gelinin evinde de, heyecanlı bir bekleyiş sürüyor. Bu köyün hanımları nerede diye merak ediyorduk. Hepsi, gelinin evinde toplanmış. Oldukça geniş bir avlu. Çocuklar, genç kızlar, hanımlar, teyzeler, bacılar ... hepsi burada. Ayakta bekliyorlar. Yalnız yaşlılar oturmuş. Avludan dışarı çıkmıyorlar. Kafilenin gelmesini bekliyorlar. Müzik seti, hoparlörler, CD'ler hazır. Bir kenarda, koca semaver çay var. İsteyen alıyor. Kulakları, gittikçe yaklaşan darbuka seslerinde.

Herkes inanılmaz özenli. Belli ki, her şey bu gece için. Bu gece çok özel. Yüzler pür neşe. Gençlerin içi kıpır kıpır. Çok ender olarak, fotoğraf çektirmek istemeyenler de var. Buna karşın "ağabey, bizi de çeker misin?" ler çok fazla. Hiçbirini kırmıyoruz. Sonradan baktığımızda, bu düğünde 300'e yakın fotoğraf çektiğimizi görüyoruz.

Damadın kafilesi, gelin evinin avlusunun kapısına gelince, yere çömeliyor. Hemen içeri girmiyorlar. Evden bir takım istekleri oluyor. Bu isteklerin arasında, kesinlikle "para" yok. İstekler hep ufak tefek. Başka bir deyimle nazlanıyorlar ya da kendilerini ağırdan satıyorlar. Avludaki heyecan iyice yükseliyor. Elle tutulur hale geliyor. En sonunda, iki taraf buluşuyor. Asıl cümbüş şimdi başlıyor. Yüksek sesle çalan müziğin ritmiyle, avlunun ortasında oyunlar yeniden başlıyor.

Bütün gözler şimdi damadın üzerinde. Herkes onu zaten tanıyor ama, düğün gününde, damat giysileriyle görmemişler. Bu arada, gelinin arkadaşları ile damadın arkadaşları, ortada oyunların en canlısını oynuyorlar. Yerinde duran yok.

Bir boşluk bulup, gelinle damada yaklaşıyoruz. Onlar artık birbirlerine kavuşmuş. Yüzlerinde derin bir mutluluk var. Damat, gururla elini gelinin, hayat arkadaşının omuzuna koymuş. Gelin de damadın beline sarılmış. İlk defa, resmi olarak bir araya geliyorlar.

Zeynep'in gelinliği muhteşem. Beşi-bir-yerde'ler boynundan sallanıyor. Duvağı, inci kolyeleri tastamam. Bir genlik bu kadar mı bir insana yakışabilir? Nazar değmemesini diliyoruz.

Bu gece, gençlerin gecesi. Herkes kol kola, yanak yanağa dansediyor. Bu dünyalar bizim. Vursun davullar, çalsın sazlar, oynasın kızlar!

Gelinle birlikte dansetmek geleneklerin başında geliyor. Zaten, kimsenin buna hayır dediği yok. Gözler, mutluluktan çizgi gibi olmuş. Yüzlerden gülücükler eksik olmuyor.

Herkes sarmaş dolaş. Biz de bu coşkuya kendimi kaptırıyoruz. Onlardan biri oluyoruz. Heyecanlarını paylaşıyoruz. Bol bol fotoğraflarını çekiyoruz. Bu geceyi ölümsüzleştirmek istiyoruz.

Damat sağdıçlarıyla, gelin arkadaşlarıyla poz veriyor. Birbirlerinden hiç ayrılmıyorlar. Geleceğe güvenle bakıyorlar.

Sıra, geline kına yakmaya geliyor. Bunun da adetleri var. Kına bir tepsi içinde, damat evinden gelmiş. Tepside mumlar yanıyor. Geline doğru ilerlerken, maytaplar yakılıyor.

Köy kadınları gelinin etrafında halka olup, dönmeye başlıyorlar. Bir yandan da türkü söylüyorlar. Bu, bir süre devam ediyor. Halka gittikçe daralıyor. Gelin görülmez oluyor. Bu arada gelinin eline kına yakılıyor. Altınlar takılıyor. Gelinin elleri, al kırmızısı örtülerle korunuyor. Bütün bu işlemler sırasında, damat da, gelinin yanında oturuyor. Ona destek oluyor. Artık, önemli aşamalardan biri daha bitmiş oluyor.

Gelin evinin avlusunda, bir süre daha oyunlar devam ediyor. Bu sırada saatler 24.00'e yaklaşıyor. Sırada, damat evinden "baklava" alma töreni var. Herkes gelin evinde. Darbuka eşliğinde, hep birlikte, damat evine doğru yola çıkılyor. Gece ilerlemiş. Havanın serinliğine kimse aldırmıyor. Kafile yola çıkıyor. Köy meydanında kalan bir bölüm köylü, müzik eşliğinde oynamaya devam ediyor. Bu gece, kimse uyumak istemiyor. Daha doğrusu, kimsenin aklına uyumak gelmiyor. Zaten istese de, müzikten, darbuka sesinden, türkülerden uyumanın olanağı yok.

Kafile, güle oynaya, söyleye, çala, adım adım ilerleyerek damadın evine geliyor. Durmak yok. Oynamaya devam. Gelinle damat hep ortada. Hiçbir isteği kırmıyorlar. Eller çırpılıyor. Fotoğraflar çekiliyor. Oyunlar oynanıyor. Baklava tepsisi almadan önce, eğlenceler son hızıyla devam ediyor.

Damadın sağdıçları olur da, gelinin arkadaşları olmaz mı? Onlar baş rolde. Darbuka ortada, eller üzerinde. Çok da usulune göre çalıyorlar. Koro halinde söylüyorlar. Müzik, susmak bilmiyor. Ta ki .... bir süre sonra, damadın evinden baklava tepsileri çıkıncaya kadar!

Eğlenceler, köyün bütün evlerinde, sokaklarında, meydanlarında, sabahın üçüne kadar devam ediyor. Bu saatten sonra, köy derin bir sessizliğe bürünüyor.

Biz de muhtarın evinde konaklıyoruz. Yanan sobanın çıtırtıları ruhumuzu ısıtıyor. Çok değişik bir gün yaşadık. Gözlerimiz hemen kapanıveriyor.

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

Epeydir horoz sesiyle uyanmamıştık! Önce biri ötüyor. Sonra, sesi yankılanırmışcasına uzaktaki horozların seslerini işitiyoruz. Özlemişiz. Kulağımıza bir hoş geliyor. Gözlerimizi açmadan bir süre dinliyoruz. 25 Ekim pazar sabahındayız. Kaldığımız odanın kapısının altından, közlenmiş biber kokusu içeri sızıyor. Bir nefis kokuyor ki, sormayın. Acıktığımızı hissediyoruz. Ev sahibimiz çoktan uyanmış. Eşi, kahvaltımızı hazırlamış. Bizleri bekliyorlar. Hemen, yıkanıp, giyinip, aşağı iniyoruz. Muhtar Mustafa Uyanık'a, eşine, küçük oğlu Mustafa'ya, ortanca oğlu Recep'e günaydın diyoruz. Kahvaltıya buyur ediyorlar. Ne kahvaltı ama! Domatesin kokusu odayı sarmış. Sabahleyin folluktan toplanan köy yumurtaları haşlanmış, dilimlenmiş. Bir büyük tabak patates, az yağ ile, kuzineye sürülmüş. Ev yapımı çilek reçeli, petek bal, topak tereyağ, zeytin ve peynir, sofrayı tamamlıyor. Muhtar, köy ekmeğinden, maharetli bir şekilde büyük ama ince dilimler kesiyor. Yanmakta olan kuzinenin üzerine yerleştiriyor. Bu arada muhtarın eşi, çaylarımızı dolduruyor. Isınan dilimlerden odaya yayılan kızarmış ekmek kokusu, iştahımızı iyice açıyor. Yer sofrasındayız. Daha fazla bekleyemeden kahvaltıya başlıyoruz.

Kahvaltıdan sonra, köyde dolaşmaya çıkıyoruz. Öğlene kadar bir etkinlik yok. Herkes dinleniyor. Geceden kalan şölen ateşinde hala yanan odunlar var. İnce bir duman tütüyor. Gecenin serinliği, yerini güneşin sıcaklığına bırakmış. Sokakları bir de gündüz gözüyle dolaşıyoruz. Biraz soluklanmak için, bir banka oturuyoruz. Dört demir tekerlekli eski bir öküz arabasının tekerlekleri, bankın ayaklarını oluşturmuş.

Dün tanıştığımız Derviş Mehmet dede yanımıza geliyor. El ele tutuşuyoruz. Birbirimize kanımız kaynıyor. Ayrılmak istemiyoruz. Eskilerden, geleneklerden konuşuyoruz.

Saat 11.00'e yaklaşıyor. Damat evinde "çeyiz serme" işleri tamamlanmış olmalı. Görmek istiyoruz. Bu, pek kolay olmuyor. Damat evi, kızlarla, köy hanımlarıyla dolup taşıyor. Girip, görebilmek için, iki, üç sefer izin alıyoruz. Biraz daha beklememizi rica ediyorlar. Bir süre sonra, damadın arkadaşlarından biri, gelmemizi söylüyor. Hiç zaman kaybetmeden, ayakkabılarımızı çıkartıp koşuyoruz. Şimdi damadın odasındayız. Oda, özenle hazırlanmış. Çeyizler yatağın üzerine serilmiş. Damadın arkadaşları da odada. Birlikte bir fotoğraf alıyoruz. Damadın odasını gören ender kişilerden biri olduğumuzu düşünüyoruz.

Laf lafı açıyor, konu "Galatasaray'a" ve "Galatasaraylılığa" gelip takılıyor. Damadın da, koyu bir Galatasaray taraftarı olduğunu öğreniyoruz. Köyde neredeyse, herkes Galatasaraylı. Damat, gururla, yatağın kenarına kurulup, Galatasaray armalı çorabını bize gösteriyor. Bu fotoğrafı, Galatasaraylı arkadaşlarımızla paylaşacağımızı söyleyince, çok hoşuna gidiyor. Herkese selam gönderiyor.

Öğlen saatinde, camiide mevlut okutuluyor. Gençler, kapıdan giren herkese portakal suyu ve gül suyu ikram ediyor. Camiiden çıkanlar dağılmıyor. Herkes toplanınca, kafile, damat evine doğru yola çıkıyor. En yaşlılar en önde. Derviş Mehmet dede, ilk sırada. Bir ağızdan tekbirler söyleniyor. Köyde ulvi bir hava var. Kafilenin derinliğini görüntüleyebilmek için, önden koşup, yüksek bir yere çıkıyoruz.

Kafile damadın bahçesine gelince, katılanlar, yuvarlak bir halka oluşturuyor. Derviş Mehmet dede, duasını okuyor. Hep birlikte "Amin" diyoruz.

Duadan sonra, herkes sıraya girip, damadın babasını kutluyor. Armağanı paraysa, onu bir kağıda sararak veriyor; kişisel bir eşya ya da bir ev eşyasıysa, hanımı zaten bir gün öncesinden getirip teslim etmiş oluyor. Biz de armağanımızı dünden vermiştik. Sıraya girip, kutluyoruz. Öpüşüyoruz. Sarılıyoruz.



Yemeklerin hepsi hazır. Mercimek çorba, pirinç pilavı, nohut, tas kebabı, kuru üzüm-vişne hoşafı var. Bugün için 500 kişilik yemek hazırlanmış.

Altışar kişilik elli tepsi mutfaktan yola çıkıyor. Köyün bütün gençleri seferber. Biri tepsileri taşıyor; biri ekmek dilimlerini dağıtıyor; biri isteyene su veriyor ... Hiçbir hizmetin aksamaması gerek. Gençler arı gibi çalışıyor.

Damat evinin bahçesindeki kirazlığa kilimler serilmiş. Altışar kişilik gruplar halinde oturuluyor. Herkes bağdaş kuruyor. Havanın güzel olması, büyük bir nimet. Ceketler bile fazla geliyor.

Yere bağdaş kurma zorluğu olanlar da düşünülmüş. Masalarda yerler ayrılmış. Plastik iskemleler temin edilmiş. Önce erkekler topluca yemek yiyor. Onlar kalkınca, sıra kadınlara gelecek.

Cumartesi akşamı yapılan şölene, komşu köylerin muhtarları da katılmıştı. Hepsi, bizi pazar günü, Bursa'ya dönmeden, köylerine davet etmişti. Biri hariç, diğerlerini kibarca geri çevirmiştik. Bir başka sefer geleceğimize söz vermiştik. Yalnız Basak köyü muhtarı Mustafa Tosun'a, gelebileceğimizi söylemiştik. Onun köyünde de "cemiyet" vardı. İzlememizi istiyordu. Davutlar köyünde, akşam saatlerine doğru gerçekleşecek "gelin alma - damat evine teslim etme" törenine katılamadan, muhtarla ve köylülerle vedalaşıyoruz. Bizi, kiraz mevsiminde bekliyorlar. "Mutlaka geliriz" diyoruz. Herşey için teşekkür ediyoruz. Artık samimi olduğumuz "damadımız Halil'e" bir kere daha, mutluluklar dileyerek Davutlar'dan ayrılıyoruz.

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

Basak köyü, Davutlar'a 7 - 8 kilometre mesafede. Önce, yollarda kaybolduğumuzu sanıyoruz; sonra birden bire karşımıza çıkıveriyor. Bu köyün büyüklüğü de Davutlara yakın. 130 hane. 500 kişi yaşıyor. Muhtarı soruyoruz. Köy okulunun damını tamir ediyormuş. Bizi görünce hemen aşağı iniyor; yanımıza geliyor. Selamlaşıyoruz. Köyde, o gün, "sünnet cemiyeti" olduğunu öğreniyoruz. Murat Susak 10 yaşında. Dördüncü sınıfa gidiyor. Aslında, çok önce sünnet olmuş. Babası Selim Susak, maddi durumlarının düzelmesini beklemiş. Nasip, bu güneymiş. Sünnet cemiyetine bütün köy davetliymiş. Bu köye uğramayı önceden planlamadığımız için, yanımızda, hiç armağan kalmadığını biliyoruz. Biz de Murat'ın yakasına para takıyoruz. Teşekkür ediyor. Elimizi öpüyor. Sünnet yatağında yalnız olarak ve babasıyla birlikte fotoğraflarını çekiyoruz.

Bize hemen yemek getiriyorlar. "Hayatta olmaz, daha yemekten yeni kalktık. Şimdi düğün yemeğinden geliyoruz" dediysek de, sözümü dinletemiyoruz. "Yemezseniz, çok alınırız. Darılırız. Bir kaşık olsun, çorbamızdan içmelisiniz" diyorlar. Bunda da çok ciddiler. Sofralarına "icabet etmemek" büyük kabalık, saygısızlık olacak. Çaresiz yer sofrasına yeniden oturuyoruz. Yemekler, neredeyse, Davutlar köyündeki düğün yemeğindekilerle aynı. Tek değişiklik, kuru üzüm hoşafı yerine, burada helva var. İyi ki, sofrada, bizim dışımızda, yemeğe gelen başka köylüler de var. Birer kaşık alarak, yemeklerin tadına bakıyoruz. Teşekkür ediyoruz. Diğer konuklar doyuncaya kadar sofradan kalkmıyoruz. Muhtara ve köylülere teşekkür ederek, Basak köyünden ayrılıyoruz.

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
Yolumuz Kemaliye köyünden geçiyor. Muhtarı Ali Şen, oldukça genç. Biraz onunla da sohbet ediyoruz. Her yerde çay ikram etmek istiyorlar. Kırmamak için, Ali muhtarın bir bardak suyunu içmek istediğimizi söylüyoruz. Köy okuluna ne ihtiyacı olduğunu soruyoruz. Kitap yardımı yapabiliriz; başka yardımlar düzenleyebiliririz. İhtiyaçlarını soruyoruz. O anlatıyor, biz dinliyoruz. Not alıyoruz.

Ali muhtar, bizi evine kadar götürüp, bahçesinden bir salkım üzüm vermek istiyor. Birlikte arabaya biniyoruz. Evinin önünde yoğun bir faaliyet var. İki gündür, salça hazırlanıyormuş. Her bir kazan, 20 kasa domates (yaklaşık 70 kilo) alıyormuş. Domatesleri doğraması 1 gün, kazanda kaynatması 1 gün sürüyormuş. Bu salçalar, şehirde, marketlerde satılan salçalara benzemezmiş. Onların suyu fazlaymış. Üstelik bu salçada tuzun dışında, hiçbir katkı maddesi yokmuş. O da çok azmış. Parmağımızı yakmadan uzatıp, tadına bakıyoruz. Gerçekten çok nefis. Karnımız çok tok olmasına rağmen, biraz ekmeğin üzerine sürüp yesek mi diye düşünüyoruz. Ücretini verip, birkaç kavanoz salça alıyoruz. Ali muhtarla ve eşiyle vedalaşıp, dönüş yolumuza devam ediyoruz.

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *



Dönüş yolundaki her köye uğramasak bile, kıramayacak kadar yakın olduğumuz dostlarımız var. Telefonla nerelerde olduğumuzu soruyorlar. Bizi izliyorlar. Geldiğimiz kadar dolu bir şekilde geri döndüğümüzü farkediyoruz. Dostluk bu olsa gerek diye düşünüyoruz.

Yolu yarıladığımızda, gölgeler uzuyor; yeşiller, sarılar, kırmızılar ..... mavinin tonlarına dönüşüyor. Sessiz bir şekilde yolumuza devam ediyoruz. İki gün boyunca yaşadıklarımızı düşünüyoruz. Unutulmaz bir hafta sonu oldu. Şimdiden, arkamızda bıraktıklarımızı, Mustafa Uyanık muhtarımızı, Halil damadımızı, Zeynep gelinimizi, Derviş Mehmet dedemizi, Dur-Ali dedemizi, çorap ören teyzemizi, Tuğba'yı, Fatmanur'u, Şevval'i, Elif'i, Arife kızı, 10 yaşındaki Murat Susak'ı, Ali Şen muhtarı, sağdıçları, köylüleri, herşeyi özlüyoruz!

Bu güzelliklere yeniden dönebilmeyi, hergün yeni güzellikler yaşayabilmeyi diliyoruz.


Google
 

Sizlerden Gelenler ;

Sevgili Aydın; ağabeyin Mehmet'in Galatasaray Lisesinden sıra arkadaşıydım. Hatırlayacağını zannediyorum. Ayrıca bir de rahmetli Rahmi Ertin ortak dostumuzdu. Damadım ile kızımın sevgili amcaları idi. Uzun yıllar sonra, Mehmet'le buluştuk. İnşallah seninle de görüşürüz. Anılara Yolculuk siten, çocukluk ve ilk gençlik yıllarımdan, hayallerimde bile unutulmuş güzellikleri yeniden yaşamamı sağladı. Eline ve o güzel yüreğine sağlık. Görüşmek dileğiyle. Sevgiler.


Altuğ İşmen, 1 Mart 2010


----------------------------------------------------


Sayın Aydın Ataberk,


Çok çok güzel olmuş ellerinize ve emeklerinize sağlık. Eski bir İhsan Çizakcalı olarak ayrıca şu anda merhum abeyimin de çizakcanın ilk öğrencilerinden olması dolayısıyla eski Bursa'yı ve okulumu, yazılarınızda tekrar yaşamış oldum. Size minnettarlığımı ve şükranlarımı sunar çalışmalarınızda başarılar dilerim.Saygılarımla


Erhan Kurtulan, Elk.Müh., 17 Aralık 2008


-------------------------------------------------------


Sevgili Aydin,



Muhtesem bir eser yaratmissin. Seni kutlarim. Beni Ekvator Gine'sindeki yamyamlarin arasinda aglatmayi basardin. Saatlerce tek tek butun belgelere baktim. Tombul yanaklarindan opuyor ve seni tekrar kutluyorum. Artik bu birikimleri koyacagimiz bir web sitemizin olmasi gerekiyor. Ben de onu organize edeyim. Senin bu muhtesem birikimlerinle cok guzel bir siteye sahip olacagiz. Yakinda www.gsl97.org aramiza katilacak.



Seni sevgiyle kucakliyorum.



Mahmut Melih Kayahan, 9 Aralık 2008


---------------------------------------------------------


Sizlere tesadufen ogrendigim Sn Aydin ATABERK tarafindan hazirlanmis bir site adresi iletiyorum. İzlemeniz tavsiye olunur, harika bir calisma olmus. Ellerine ve yuregine saglik....


Öznur Dere, 24 Eylül 2008


--------------------------------------------------------------Sevgili Aydın bey, anılara yolculuk Blogunuzu inceledim. İnanılmaz bir şey. Ne çok emek var. Ben sizden daha genç :) olduğum için eskiye ait yazı ve görüntülerin bir kısmını özel yaşantımdan hatırladım ama çoğunu da geçmişe olan özel ilgimden dolayı hatırladım. Çok duygulandım. Ne olur bu yaptıklarınızı daha çok insan duysun, sizi daha çok insan tanısın. Sizi tanıyan bir kişi olmak benim için ne şans. Sizi çok seviyorum. Saygılarımla,


Sıdıka Parlak, 24 Eylül 2008


-------------------------------------------------------------Aydin Bey Gunaydin ,



Ellerinize saglik, soyle bir goz atabildim henuz, ilk firsatta satir aralarinda kaybolmak isterim .



Ozellikle benim icin de sizi tanimak cok buyuk bir sans .



Saygilar, Sevgiler,



Sibel Birçiçek, 25 Eylül 2008


-------------------------------------------------------------Sevgili Aydın ağbey,



Bize tekrar muhteşem bir yolculuk yaptırdın güzel anılara.Ellerine sağlık ağbey bize böyle nefis güzellikler yarattığın için.


Sevgiler, saygılar



Sinan Acarel, 25 Eylül 2008


------------------------------------------------------------Sevgili Kardesim Aydin,



Candan tebrikler! Iyi ki boylesine guzel sunulan ve ozlem degeri yuksek anilarini bir gunlukte topladin ve e-postalarda kaybolmamalarini sagladin.



Daha nice 5000'lere! Gerek icerik gerek sunudaki nitelik ilgiyi kendisi yaratiyor. Ne mutlu bizlere, ayni ailedeniz!



Sevgilerle,


Tuncer Ören (1955), 26 Kasım 2008


-------------------------------------------------------------Aydın Bey günaydın



Sizi kutluyorum. Bu azminiz ve paylaşma isteginiz hiç eksilmesin, artsın….



Selamlar



Mustafa GEYVE, 26 Kasım 2008


---------------------------------------------------------------


GÜNAYDINLAR AYDIN ABİCİĞİM; NASILSINIZ?? "ANILARA YOLCULUKTA" DAHA 10 000'Cİ, 50 000'Cİ , 500 000'Cİ ZİYARETÇİLERE ULAŞMANIZ DİLEĞİYLE. BEN BÜTÜN KALBEMLE İNANIYORUMKİ AYDIN ABİMİN KALEMİNİN YALINLIĞI, SADELİĞİYLE ULAŞILABİLİR. YAZILARI OKURKEN DALIP BİR YERLERE GİTMEMEK İMKANSIZ.. SEVGİLER,SAYGILAR


Şükran Durgan, 26 Kasım 2008


---------------------------------------------------------------Sayin Aydin agabey



Boylesine guzel, degerli bir birikimi bir araya getirdiginiz ve bunu hazine degerindeki bir belgesellige donusturdugunuz için sizi kutlarim. Müzik dersini gösteren fotografta, sag basta yer alan muzik ogretmeni, Almanya'da muzik egitimi gormus, oglu da bir donem unlu bir fagotcu olan rahmetli Enver Haraçci hocamizdir. Karli kis gunlerinde, Ortakoy'de okulun onunden denize girer ve esasli bir sekilde yuzerdi.



Grand Cour'da hocalar maçini gosteren fotografin sag tarafinda en bastaki siyah formali adi yazilmamis ogretmen de, Galatasaray Ilkokulu yavrukurtlari baskurtu ve de 1950'li 60'li yillarda Ortakoy'de ogretmenlik yapmis olan Huseyin hoca'dir.



Saygilar, sevgiler



Turgay Tuna 102, 26 Kasım 2008


------------------------------------------------------------Sevgili Aydin Kardesim,



Gercekten bir "online GS müzesi" yaratmisin, eline saglik ve tebrikler !



Ender Enön ( 94 x1962), 26 Kasım 2008


-------------------------------------------------------------Çok güzel, çok sevindim.. Tebrik ederim Aydın Bey.



Çok çok daha fazla kişiye ulaşması dileğiyle. Çünkü gerçekten çok güzel bir çalışma.



Sevgi ve Saygılarımla



Gizem Ertürk, 26 Kasım 2008


------------------------------------------------------------Sayın Aydın Ataberk,


Doğum yerim Bursa anılarına yaptığım gezintide, sizin de benim gibi halamın gelin gittiği konakta kurulan "Özel Yeni Okul"dan mezun olduğunuzu öğrendim. Yalnız ben 1957 mezunuyum.... Ne yazık ki daha sonra kurulan İhsan Çizakça Kolejinin kapandığını öğrendim. Merhum İhsan ve merhume Süheyla Çizakça'nın ruhları şad ve mekanları cennet olsun!Selamlarımla,


Beyza Üntuna, 28 Kasım 2008


Türkiye Cumhuriyeti, Atina-Pire Başkonsolosu


-------------------------------------------------------------



Sevgili Aydın agabey ;


Henuz sadece ıkı bolumu okudum . Ikıncı bolum ozel ılgı alanıma gıren oyuncaklardı . Gecmıse donup o yokluktakı zenginliklerimizi hatirlamak çok güzel . Bir kez daha tesekkür ederim . Bence oyuncak dostu ve oyuncak müzesinin kurucusu sevgili Sunay Akın'la temasa geçip O'nun da sitene ulaşmasini saglarsan çok mutlu olacaktir .Sevgi ile kalin


Bünyat AKIN(104-106 V.S.), 14 Şubat 2008


------------------------------


Degerli Kardeşim



Erol Günaydın ın arkasındaki ben Mehmet Ali ve yanımda Özer Berkay dan tebrikler,selamlar,sevgiler,ellerinize saglık.Özer Berkay ve ben GSLAAG den ayrıldık,resimde gördügünüz oturan GS a hizmet eden üç kardeşimize madalya ve plaket verdik.Tahminen 40 ın üstünde agabeyimiz,okul müdürümüz Meral Mercan ,kıymetlı GS lılar bu madalya ve plaketleri aldılar. Resim o tören sırasında çekildi.



Bilgisayar kullanmada cok acemiyim,ancak daha çok gencim yaşım 73 yavaş yavaş öğreneceğim...



Lütfen gslaag ye girin,orada devrelere girin,gsl55.free.fr dan hatıralara girin 2 sahife Necdet Mahfi Ayral ın kızı Jeyan hanımefendinin bana hediye ettiği üç albüm resim ve efemeraları tetkik edin.Bunlarıda dilerseniz kullanabilirsiniz.



İyi günlerde görüşmek dileklerimle.



M Ali Zeren, 17 Şubat 2008


----------------------------------


Aydin agabey,



Dun gslaag sitesinde, yazilarinizda gezindim. Site harika, yazilariniz enfes, onlari toplanmis ve guzel sunulmus gormek icimi isitti. Hem sitenizin hem yazilarinizin duyurularini tekrar tekrar yapmaliyiz orada. Yapacagiz zaten. Dun bunu dusundum. Ilk olanakta ben de gerekeni yapacagim. (ilk vaktim oldugunda yani, affedin beni bu nedenle)



Saygilarimla.



Gün ARUN 113, 25 Şubat 2008


-----------------------------------



Aydin Bey merhaba


Hazirladiginiz sitenin öncelikle Bursa sayfasini, daha sonra da müzik sayfalarini ve digerlerini inceledim. Paylastigimiz noktalari da gördüm. Böyle bir ise zaman ve emek harcamak, bunlara derlemek takdire sayan. Sizi kutluyor ve tüm günlerinizin bu sekilde verimli olmasini diliyorum. Selamlar.Mustafa GEYVE, 2 Mart 2008


-------------------------------


Sayin Ataberk,



Blogunuz cok hosuma gitti.



22 sene evvel biraktigim dunyanin en guzel sehri Istanbul'u bana tekrar gezdirdiniz.



tesekkur ederim



selam ve saygilarla



David Hasday



New York, 7 Mart 2008


-----------------------------------


Sayın Ataberk,



Biraz önce oğlumun haber vermesiyle sitenize baktım. Elinize sağlık, kutluyorum. Ben de, unutulmuş, unutulmaya yüz tutmuş güzelliklerin arayışı, duyurulması çabasındayım. Blogunuzda sergilediğiniz bilgilere, belgelere kendi genelağ yerimde yer vermek, beni, ziyaretçilerimi pek sevindirecek, mutlu edecek. Bilmem izninizi alabilir miyim?



Bu arada belirteyim, ilgilendiğim konular arasında dilimiz, müzik, yazın, sinema önde geliyor. Sinemayla ilgili bir kitabım (http://www.pandora.com.tr/urun.asp?id=110695 ), araştırma yazılarım, senaryolarım, öykülerim vb. var. Bir göz atabilirseniz, http://www.ilgilik.net/ size bir fikir verebilir sanıyorum.



Başarılarınızın artarak sürmesi dileğiyle selamlarımı, saygılarımı sunuyorum.



İnal Karagözoğlu, 10 Mart 2008


----------------------------------



Aydın Abi,



Tesadüfen



”Anılara Yolculuk”



Bloguna takıldım.



Bir defada keşfedilemez.



Dönüp dönüp bakacağım.



Teşekkürler.



Çok yaşa emi.



Sevgiler,



A.Şeref Türkmenoğlu, 22 Mart 2008


-----------------------------


Emeklerinize saglik, cok guzel olmus. Bir IEL ve ITU mezunu olarak da ayrica gurur duydum:) Saygilarimla,



Aydin Gurel, 23 Nisan 2008


-------------------------


Merhaba Aydın Bey,



Anılarda yolculuk sayfalarında gezinirken çocukluğuma gittim 4-5 yaşlarındaydım ve ilk defa film makinası görüyordum,İstanbul'dan Niyazi Dayı gelmişti ,Seher Nenemin kireç badanalı duvarına bir bez gerildi ve sizin eşinizin ve çocuklarınızın görüntüleriydi izlediklerimiz.Babanız parmaklarımı tutar birşeyler yapar hep eksik sayardı parmaklarımı onu güleryüzlü ve kocaman bir adam olarak hatırlıyorum çocukluğumdan.



Ben kimmiyim? ben Ümit Arıcan'ın küçük kızı Safinaz'ım,her ne kadar hiç tanışmamış olsakta selamlar sevgiler...



Safinaz KAROL, 31 Ekim 2008


-------------------------------



Ağbi bu güzel sayfalarına bakmak saatlerimi aldı. Yapması kim bilir ne kadar zaman ve emek gerektirmiştir.Ailem 1965'de Bursaya taşınmıştı. Abdal Köprüsünün 5-6 ev yakınına. Heryer gibi oralar da artık tanınmaz olmuş. O yıllarda köprü sayfandaki (daha önce görmediğim) o resmine benziyordu gene az çok.Güzel günler...


Murat Kalınyaprak 109, 1 Ekim 2008


------------------------------------



Aydın Bey sitenizi ziyaret ettim ve çok mutlu oldum. Lakin kendi çocukluğunun oyuncaklarını hatırlayıp bunu konu edip bugünün kuşaklarına aktaran maalesefki çok az büyüğümüz var. Yine maalesef ki geçmişe ait belleğimiz, sanki o güzelim oyuncakların yerine geçen modern oyuncaklarla birlikte yitip gitmaktedir.Aydın Bey, ben TRT çocuk televizyonu için eski ("Dedemin Oyuncağı) oyuncaklarımızı konu eden bir programın yapımcısıyım. Televizyonumuz Ekimde yayın hayatına başlayacaktır. Hazırlayacağım programda komuğumuza oyuncakla ilgili malzemeleri hazırlayarak ya da konuğumuzun desteğiyle; onun çocukluğunda yer etmiş bir oyuncağın yapım aşaması anlatımlı olarak gerçekleştirilecektir. Bu konuda önerilerinizi paylaşmanız bizi sevindirecektir. Yapımını bildiğiniz bir oyuncak varsa ve bunu bizimle program çekimiyle paylaşırsanız çok memnun oluruz. Şimdiden desteğiniz ve oyuncaklara olan duyarlılığınız için teşekkür ederiz, saygılar sunarız.


Engin Yıldız, 21 Eylül 2008


---------------------------------


Aydın bey günaydın,



sitenize meraktan hemen buradan bir göz attım. detaylı olarak evden bakacağız tabii. ellerinize ve yüreğinize sağlık diyorum. eski bursa ve istanbul resimleri çok ilgimi çekti. anlatımlarınızı da okuyacağım . tekrar teşekkürler. saygılarımızla,



Cenk Özçelik, 13 Şubat 2008 çarşamba


-------------------------------


Aydin Bey supersiniz !!!! tebrikler.



Ayşe Siner, 13 Şubat 2008 çarşamba


--------------------------------


Cok guzel. Super bir ani derlemesi. Size cok tesekkurler.Sanki o gunleri yasamis gibi hissettim. Sonsuz sevgi ve saygilarimla



Ali Rıza Tuğluk, 13 Şubat 2008 Çarşamba


----------------------------------


Harika bir site tebrikler tebrikler Aydın beyciğim cok yararlı ve enteresan. Bu sitenizinden faydalanabilecek ve memnunlukla takip edecek dostlar var acaba onlara da izninizle adresinizi iletebilirmiyim ?



Sevgiler ve tüm bu güzel şeylerin devamını getirmeniz dileyiğle



Fügen Evren, 13 Şubat 2008 Çarşamba


------------------------------------


Sevgili Aydın Ağabey;



Çok güzel bir site olmuş.Ellerinize sağlık ve teşekkürler. Saygılar.



Ahmet Dikencik, 13 Şubat 2008 Çarşamba


----------------------------------



Aydın Beycigim ,



bir ara sakin bir zamanda fırsat bulup okumak o güzel anlatımız esliginde kahvemi yudumlarken sizinle beraber gecmiste yolculuk yapmak isterim. Simdiden elinize, yureginize ve super hafızanıza saglık. Sevgilerimle



Özlem Şenkoyuncu, 13 Şubat 2008 Çarşamba


-------------------------------


Sevgili Aydın beyciğim merhaba.



Anılara yolculuk'ta İstanbul'un o eski günlerini sanki yeniden yaşıyormuş gibi keyif aldım. Biliyorsun ben GS lı değilim. 1970 Maçka mezunuyum. O yıllarda İstanbul bir başkaydı.



Geçen sene Sirkeci'deki Orient ekspres'te yaptığımız Eski dostlar yemeğine Yenikapıdan Sirkeciye yürüyerek gelmiştik.Bu yürüyüşten büyük keyif almıştım. Eski günleri ya'dederek beraberce yürümüş ve eski günleri anımsamıştık.



Anılara yolculuk için teşekkür eder, iyi çalışmalar dilerim.



Harun Masatoğlu, 13 Şubat 2008 Çarşamba


-------------------------------------


Aydin bey,



henuz tamamini okuyamadim ama okudugum bolumler ve fotograflar cok guzeldi.Elinize saglik. Selamlar



Sevgül Alper, 13 Şubat 2008 Çarşamba


-------------------------------


Ellerine saglik çok guzel olmus



Ali Meriçboyu, 13 Şubat 2008 Çarşamba


---------------------------------



Ben de Aydın abimiz nerelere kayboldu diyordum. meğer yoğun bir çalışma içindeymiş. Blog'unuzu inceledim, çok beğendim. Yorum bile yazdım. Hayırlı olsun blogunuz.



Çok güzel olmuş. Ellerinize, emeğinize sağlık. Ben de sizden gelen mailleri güzelce derleyip, bir directory açıp saklamaya çalışıyordum. Ama böylesi çok daha güzel oldu ve size çok yakıştı. Sevgiler,



Yelda Dürüşken, 13 Şubat 2008 Çarşamba


-------------------------------



Merhaba Aydin bey,



Dun sayfaniza hizli bir bakis attim, simdi biraz daha bakacagim. Cok guzel olmus ellerinize saglik



Oldukca emek harcamissiniz. Harika gorunuyor



Sevil İnci Cankurt, 15 Şubat 2008 Cuma


---------------------------



Nefis bir arşiv..paylaştığınız için teşekkürler..Saygılar..



Ayfer Çırak, 15 Şubat 2008 Cuma


----------------------------------



Sevgili Ataberklerimiz Bu kadar güzel resimleri bulmak eskiyi bizlere yaşatmak breh breh (Bu aferin demektir.)Ben torunlarla Erim babamla meşgul olduğu için of günümde temiz bir nefes oldu.Her ikinizide öpüyoruz ilk fırsatta buluşmak dileğiyle. Nur. Erim dede(artık amca değil.)



Nursal Tarhan, 15 Şubat 2008 Cuma


------------------------------


Ozenle hazirlanmis bir blog...Teknik olarak kusursuz..Her sayfasini dikkatle okumak gerek...Hazirlayanin eline saglik...



Yorumkar, 12 Şubat 2008


--------------------------------------


Aydın Ataberk'in eseri, beni de çok etkiledi.


Ahmet Kuzucu, 26 Subat 2008 salı